A.İklim Bayraktar

A.İklim Bayraktar

Siyasi Magazin Gazeteciliği Ticareti

Benimle ilgili olayları takip edenler bilirler, Odatv’yi takip etmediğimi… Dünya yeniden kurulsa, bir daha işim olmaz o tayfayla... Magazin sevmiyorum, siyasi magazin haberleri de hiç ilgilendirmiyor beni. Demokrasi, özgürlük, adalet, eşitlik diye yola çıkıp sonradan siyaset magaziniyle yola devam eden bir gazetecilik üslubu... 

Bazen benimle ilgili veya beni de ilgilendiren bir haber ya da yazı çıktığında arkadaşlar, eş dost arayıp haber veriyorlar sağ olsunlar.  İşte Atilla Serter’in Odatv’de yazdığı, “Bu nasıl bir örgüt kardeşim?”  başlıklı yazısından da böyle haberdar oldum. 

Sözde iddianameyi çürütmek için, yine geçmişte edinilmiş rant arsasına, kat çıkma cümleleri kurmuş “çok ünvanlı gazeteci” Atilla Sertel. “Potansiyel sarışına bırakılan problemi biraz daha üzerine yıkalım...”  şeklinde bir “erkek zekâsı” ürünü. 
Şöyle başlamış yazıya;

“Birbiri ile konuşmayan, birbiri ile tanışmayan insanlar... “bu nasıl bir örgüt? Bu sanıklar yan yana bile oturmuyor.  İklim Bayraktar kimse ile konuşmadan, başı önde sağ başta, en önde oturuyor. Onun arkasında ikinci sırada Nedim Şener ile Ahmet Şık var. Yan yanalar... Yalçın Küçük, ilk sıranın sol başköşesinde yalnız. Sol cenahta Oda TV'nin kadrolu adamları... Oturuşlarından da belli ki; birbirlerinden her açıdan farklı ve ayrı dünyaların insanları,” demiş Sn. Sertel yazısında.

Kalın (bold) olarak yazılmış ilginç ve manidar iki kelime: “İklim Bayraktar ve başı önde”
Bunun bir anlamı olmalı, bir nedenle söylenmiş olmalı, zira yukarıda okuduğunuz gibi bold yazılarak verilmiş.

Atilla Serter:  Gazeteci Yazar, Türkiye Gazeteciler Federasyonu Genel Başkanı, İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı…
 
Hemen aradım. İsminin önündeki birçok unvanı da kendisine hatırlatarak, yazılarında “bold” karakter kullanıp kullanmadığını sordum. Asla kullanmadığını söyledi. Nasıl olur da yılların gazetecisinin, benim gibi başından bin türlü haksız sıkıntılar geçmiş biri için “başı önde” kelimesini uygun bulur, diye sordum. “O sıralarda telefon ya da kâğıt gibi bir şeylerle uğraştığımı, önüme baktığımı gördüğü için de öyle yazdığını” söyledi. Beni hiç tanımadığını, hiçbir önyargısının olmadığını da ekledi.

Ama yazıyı okuyanların algılarının hiç de iyi olmadığını ve en az on kişinin bu cümle için beni aradığını söyledim. “Onlara söyleyin, telefonumu da verin, arasınlar onlara da anlatayım. Hiçbir niyet gözeterek yazmadım o cümleyi, o an gördüğümü yazdım sadece,” dedi.

Kullanılabilecek onlarca sıfatın yerine “başı önde” sıfatını uygun bulmuş. Bendeki şansa bakın, yani birkaç saniye önce ya da sonra görse “başı dik” mi yazacaktı? Geçin bunları Sn. Serter, sizin gibi bir kalem üstadına yakışmıyor…

Ama gördüğü birçok şey de yanlış yazılmıştı: Mesela ben en önde değil, ikinci sırada oturuyordum. Yazısının başında, salonun küçük olması nedeniyle sanıkların enselerindeymiş gibi izlediğini söyleyen Atilla Serter’in dikkat sorunu olmalı, Ahmet Şık ile Nedim Şener iki değil üçüncü sıradalardı. Yalçın Hoca da sıra başında değil. 

Odatv için ne duygularım, ne de düşüncelerim olumlu olamaz elbette. Yazıdaki dört kelimenin ikisi zaten adım, diğer ikisi de “başı önde”...   Bold yapan da Odatv’nin editörlerinden biri.  Nasıl küçüldüklerini görüyor musunuz?

Odatv benim için şudur: Kendi amaçları için kendi içinde, kendi insanlarını bile harcayabilecek, onurunu yok sayacak, menfaati için insan öğütecek kadar çıkarına düşkün insanları içinde barındıran bir örgüttür.  Bazen pornografik, bazen kayarmatik bir örgüt…  Asla siyasi değil.  Olsa olsa izledikleri yol için doğru kelime; “Magazin Siyaseti” gazeteciliği olabilir. 

Ama Sayın Serter’in tespiti doğrudur. Örgüt, dava başladığından beri üç hatta dörde bölünmüştü. Ya zoraki konuşanlar ya hiç konuşmayanlar ya da…

Diğerlerini bilmem ama ben gayet bilinçli bir biçimde ilk duruşmadan beri konuşmuyorum çoğuyla. Onurlu durmayı güya millete göstermeye çabalayanların aslında ne hallerde olduklarını bildiğimden;  zehirli güçlerine, acımasız zulümlerine rağmen asıl onur neymiş görsünler istediğim için konuşmuyorum. 

Kendilerine yapılmasından şikâyet ettikleri her şeyi başkalarına yaptıkları için konuşmuyorum. Şeytanla pazarlık içinde oldukları için konuşmuyorum, onları adam yerine, insan yerine koymadığım için konuşmuyorum ve daha birçok haklı gerekçem olduğu için konuşmuyorum.  

Ayrıca salonda bulunan bazı izleyiciler, Nedim Şener, bazı avukatlar, Barış Terkoğlu, Yalçın Küçük, Müyesser Uğur gibi birçok kişi ile de konuştum ya da selamlaştım. Geçen duruşmada da Ahmet Şık ile konuşmuş Hanefi Avcı ile selamlaşmıştım. Merakınız devam ederse söyleyin Serter;  size tarih, tarih tüm duruşmalarda kiminle konuştum, kiminle göz ve baş selamlaşması yaşadım hepsini tek tek yazayım. 

Sanırım siz de davanın hoş beş kısmına katılıp, on dakika sonra arazi olan Uğur Dündar, Ahmet Hakan gibi izlediniz davayı. Aksi takdirde bunları görmemiş olmazdınız.

Bu kadar basit detaylara asla takılmazdım ben ama birtakım gazetecilerden öğrendim; onlar ki ana konudan uzak minik detaylarda fırtına ve hakaret yaratmakta usta olduklarını çok net ispat ettiler.

Sizin gibi gazetecilikte bol sıfatı olan biri bile bu denli yanlı ve yanlış aktarım yaparsa cemaat ne yapmaz değil mi sevgili imam. Yapıyorlar da zaten… 

Özellikle başı önde kısmını, koyu siyah bold olarak veren Odatv editörleri ya da yazının bol sıfatlı yazarı, keşke yazının içindeki birçok kelime, yazım ve durum hatasını düzeltmekte de boldlamak kadar hassas olsalardı. 

“İklim Bayraktar kimse ile konuşmadan, başı önde sağ başta oturuyor.” 
Ne ulvi bir cümle! Halkın haber alma özgürlüğüne hizmet de ediyor değil mi?  Benim başımın önde olmasını isteyenler Odatv’nin editörleridir, bu onların kiridir. 

Onlara öyle bir koz vermiş oldunuz ki, büyük bir keyifle kullanıp, bir de kapkara puntolarla tarihe not düştüler akılları sıra. Ne büyük zavallılık, çaresizlik...

O salona 2 yıldır gelen giden, izleyen, savunmamı dinleyen herkes başımın nasıl da dik olduğunu çok iyi biliyor.  Başımın önde olduğum anlar da vardı elbet ama ima edilen veya yakıştırılan, algılatılan şekilde değil.
Başım öne eğikse orada olan bir takım insanlarla göz göze gelmemek içindir, onlar utanmıyor ama ben utanıyorum hallerinden, yaptıklarından…

Başım bazen önde evet; bazılarıyla göz göze gelirsek kendimi tutamam, onların seviyesine iner onlar gibi cümleler kurarım hatta yüzlerine tükürürüm diyedir, Sayın Serter. Bilmem ki anlayabilir misiniz beni? 

Anlamak, gerçeği öğrenmek isteseydiniz, uzun yıllar aktif muhabirlik yapmış bir emekçiye de “merhaba” derdiniz,  tanışır hatta varsa sorularınız sorardınız. Bunu göreviniz gereği bile yapmadınız iki yıldır, şimdi ne cüretle adımı yazınızda anarsınız? 

Siz arkanızda oturan Fransız gazeteciler'den utanmışsınız ya,  ben de sizlerden utanıyorum…
“Yakışıyor mu size bu tablo? Bu tavırlar, yakışıksız imalar?
Oturup düşünün düşünün Sn. Serter… 

Neden haftalarca manşetlerde direk olarak ismimin yanına onlarca haksız hakaret, iftira, iğrenç sıfatlar eklendiğinde ilgilenmediniz bu kadar başımla? Başını öne eğmesi gereken o kadar çok insan var ki ben sıralamada bile yokum. Başım dik geldim dik gideceğim bu dünyadan hepinize inat. 

“Bu oyunu tezgahlayanlar; Türkiye'ye büyük kötülük ettiler, insanlara acı çektirdiler. Bunların ötesinde ülkemizin insan hakları, özgürlükler, Basın ve ifade özgürlüğü açısından azalan kredisini tükettiler, yok ettiler,” diyorsunuz ya Sn. Serter... 
Biliyor musunuz benim gözümde ve yaşadığım gerçeklikte görünen o ki;  döneme göre davranan medyacıların, köşecilerin, meslek örgüt yetkililerinin bu oyunu tezgâhlayanlar diye kastettiklerinizden hiç bir farkı yok. 

Önceki ve Sonraki Yazılar