DİLLİ DON

Yerel belediye, yoksullara yardım amaçlı, kullanılmayan atık kıyafetleri toplayıp, mahallenin ilkokulunda bir pazar günü bedavadan sergileyince, bir anda kulaktan kulağa yayıldı haber.
Hem de öyle bir yayıldı ki, bir iki saat gibi bir zaman diliminde, mahalle ayağa kalktı resmen.
Yaşanan sevince bakılırsa, sanki altın, inci dağıtılıyor.

Dışarıda sicim gibi yağmur. Ama aldıran kim.
Kadın, çoluk, çocuk, yarış edercesine hem koşturuyor, hem de hararetle birbirlerine laf yetiştiriyorlar.

"Batan geminin mallarıymış bunlar. Kapanın elinde kalıyormuş. Doğru mu Hacer abla."

Beş çocuklu Hacer, kilolu bedeniyle koşar halde nefes nefese, bir taraftan da kayan başörtüsünü düzeltirken; "Bizim oğlan da öyle diyor" diye ballandırıyor sergiyi.
"Ne ararsan varmış valla."

"Pasta limonata da var mıdır Hacer abla?"

"Niye olmasın ki" diye cevaplıyor Hacer. "Kocaman Ümraniye belediyesi bu. Bizim gibi aç açık değil ya. Allah daha çok versin. Kurban olayım ben onun şanına şerefine. Ümraniye Ümraniye olalı, böyle çalışkan, dindar başkan görmedi."

"Doğru ha. Ümraniye'nin her yanına cami diktirdi adam. Parkı bahçesi de cabası. Hele yollarımız neydi öyle. Çamur içindeydi her bi yan. Neme lazım, Allah'ı var. Habire sevap kazanıp duruyo mübarek. Allah bin kere razı olsun başkanımızdan."

"Amiiiin. Ama çekemeyenler de var," diye itiraz ediyor, Hacer. "Neymiş, adam Harun gibi gelip, Karun olmuş. Kime ne yav. Bize ne be. Bizim gibi aç nefesi kokacak değil ya adamcağızın. Koskocaa başkan bizimle bir olur mu hiç? Ne olacak, nankörler işte. Allah burunlarından getirsin fitil fitil."

"Amiiiiin. He ya kime ne ki. Kurban olurum ben başkanımıza. Belki etli yemek bile vardır."
"Var mıdır ha?" 
"Vardır, vardır. Camiyi diken, bir kap yemeği mi esirgeyecek milletinden."

Allah bin kere razı olsun ondan."

"Amiiiiin."

El öpenleri çoğalsın, o da yeter bize."

"Amiiiin."

İştaha geldikçe, daha bir hızlanıyorlar.
O ara , bağırtılar yükseliyor.
Hacer'in ufaklıkları da aynı can hıraş koşuyor arkadan zırlaya zırlaya.

"Ulan piçler. Ben size demedim mi dışarı çıkmayın. Dönsenize geriye. Ne b.k işiniz var ha bu yağmurda? Çabukun lan dönün eve."

Hacer yırtınarak bağırdıkça, çocuklar daha bir inat ediyor. Kimi omuz silkiyor, kimi de yere yatmış debelenip duruyor, yağmur altında salya sümük.
Baktı ki baş edemeyecek, geriye dönerek ellerinden yapışıp, aynı koşuşturmayla, nihayet okul kapısına atıyorlar kendilerini. 
Ama serginin başına ulaşmak ne mümkün.

Okul salonunun tam ortasında, birbirine bitişik halde dizilmiş sıraların üzerine talebelerin boca ettiği eski giyecekler, sahiden de kıran kırana kapanın elinde kalıyor.
Bağır çağır, çekiştiren çekiştirene. Herkes, kendi yakınına aynı feryatta.
"Çabuk ol. Giyecekler bitiyor. Çabuuuk."

Birinin bıraktığını diğeri kaparken, öbür yandan, aynı bağırış çağırış, ağız dalaşına dönüyor.

Yanında da bir kaç öğretmen, müdür yardımcısı kalabalığı ısrarla uyarıyor.
"Lütfen hanımlar. Lütfen sakin olun. Panik yapmayın. Bakın, çocuklar eziliyor arada. Herkese yetecek kadar giysi var burada."

Uyarıları kimsenin duyduğu yok. Çocuk çığlıklarıyla kadın bağırtıları birbirine karışmış.
"Hışşt bıraksana. Onu önce ben aldım."
"Babanın malımı da alıyorsun. Ben daha bir tane almadım. Ver bakayım, hah şöyle."
"Bırak dedim sana kadın."
"Allahuekber. Bela mısın be sen? Tövbe tövbe. Allah doyursun gözünü."
"Sus be Allah'ı ağzına alıp da günaha girme bari."
"Bismillah bismillah."

Derken, "caart". Yaka paça bir yana.
Ortalık, kim kime dum duma olmuş. Tezgahların üzerine bırakılan çocuklar, hop oturup hop kalktıkça, anneleri arada bir şaplaklıyor.

O ara, kadınlardan birinin eline, avuç içi kadar bir erkek donu geçmesin mi.
Donun tam ön ortasında, kırmızıya boyanmış sarkık bir dil. resmi.
Kadın, donu utana utana gizliden çantasına sokuştururken, Hacer yakalıyor. Yakalar yakalamaz, basıyor yaygarayı.
"Aman dokunma, cenabet olursun."
Don hala elinde, şaşkınca donup kalıyor kadın.
Az sonra şaşkınlığı geçer geçmez, yapıştırıyor cevabı. "Destur ettim ben bişeycik olmaz."
"Vallahi sen delisin. Destur etsen ne olur, cenabet olduktan sonra."

"Kolayı var. Eve gidince, donu leğende, kendimi de banyoda yıkarım olur biter. Adamın şeyi oraya yapışmadı ya ellam."

Sende hiç akıl yok mu be. Olmaz gene de olmaz."
"Neden olmazmış ki sanki?"
"Neden olacak. Bilerek almak başka, bir de bilmeden. Hem ayıp günah bilmiyo musun sen?"
"Ne günahı be. Günah haram olsa, don icat olmazdı. Sen donsuz mu geziyon sankim."

"Bu don değil dedim sana."

"Peki don değil de ne?"

"Gavur icadı gavur."

Yine afallıyor kadın.

"Gavur icadı mı dedin sen?"

"He ya, öyle dedim."

Peki ne yapayım sen söyle."

"At gitsin cenabeti."

"Yettiniz artık" diye bağırdı müdür. "Bu okul okul olalı, böyle rezalet görmedi. Eteği pantolonu buldunuz da, bir donu mu paylaşamıyorsunuz? Ayıptır yaptığınız. Boşaltın hemen burayı. Lütfen çabucak boşaltın."

Herkes, süklüm büklüm oldu bir anda. Kadının, tiksinerek savurduğu don ise, dil çıkara çıkara tezgaha düşer düşmez, kaşla göz arasında kayboldu.

Önceki ve Sonraki Yazılar