ERDOĞAN'A ÇAY VERMEM

“Erdoğan’a çay vermem” diyen çaycı, Cumhurbaşkanına hakaret iddiasıyla tutuklandı.

Bir an, hâkim karşısına çıkan çaycının yerine koydum kendimi.

Hâkim: “Oğlum bak, Erdoğan’a çay vermem,” demişsin. Doğru mu bu?

Tam cevap verecek oluyorum, iki yanımda dikili jandarmadan biri, kulağıma eğilerek fısıltıyla uyarıyor; “Ellerin önünde pençe olsun. Başın o kadar dik durmasın, eğ biraz, hadi eğ,”

Emre amade, ellerim önümde pençe, başım eğik vaziyet, ilk kez çıkmışım hâkim karşısına.

Heyecandan dilim damağım kurudukça yutkunup duruyorum. O heyecanla, ne diyeceğimi şaşırıp pot kırmaktan da korkuyorum. Ama gayet eminim kendimden. Ben suçlu değilim!

Ben suçlu değilim hâkim bey!”

“Nasıl suçlu değilsin oğlum? Sen, (Erdoğan’a çay vermem) dedin miii, demedin mi, onu söyle.”

Sayın hâkim bey, dedim ama niye dedim, onu söyleyeyim önce.”

“Söyle bakiiim niye?”

“Ben iki ayrı yerde çaycılık yapan, sıradan bi vatandaşım sadece. Buradan çıkar çıkmaz, tamı tamına bir saat sonra, mahalledeki çay ocağında alıyorum soluğu. Beş saat falan da orada çalışıyorum ama ne çalışma. Bi yandan bardak yıka, diğer yandan masalara çay koştur derken, öte yandan, etrafı da kolaçan ediyorum habire.
Ben telaşla koşuşturup dururken, bir de ne göreyim! Arkamı dönmeye kalmıyor, haydaaa, para pul bırakmadan çoktan yol almış müşteriler.”

“Bırak şimdi çayı masayı, sadede gel oğlum sadede.”

“İşte, ben de onu anlatıyorum ya hâkim beyim. (Çay vermem) demek, bende dil alışkanlığı olmuş. Hele bi benim yerime koy kendini, deliye dönmezsen namerdim.”

“Burası mahkeme heyeti oğlum. Adaletin tecelli ettiği tek makam. Ne o öyle, namertlik falan? Kiminle bir tutmaya kalkıyorsun da kendini, abuk sabuk konuşuyorsun?
Sözlerine dikkat et. Bağdaki çobanla dağdakini, sakın ola karıştırıp da bir tutma. Haddini bil! Yoksa yeni bir suç dosyası oluşturmak zorunda kalırım hakkında. Hadi şimdi devam et.”

 “Anladım hâkim beyim, özür dilerim. İnan Allah kuluysan, çaydan değil ama kazanç ne kadar küçükse, insanın kafası da o kadar bozuk oluyor. Yoksa bana ne Erdoğan’ın çayından çorbasından da.
Ben geçim derdine düşmüş, çalıp çırpmadan kiramı, faturalarımı nasıl öderim, helal parayla üç çocuk, bir avratın boğazına nasıl bakarım, onun kaygısındayım.
Bizim buralardaki mevzu, oldum olası geçim üzerinedir. Kafa kaldırmak şöyle dursun, dertten kederden göz açamayız be hâkim beyim. Yani anlayacağın öyle gün oluyor ki, bir ekmek parası bulunmuyor cebimizde. Siyaset bizim neyimize! Hem ben vatan aşığıyım hâkim bey, vatan aşığı! Evet, paramız pulumuz yok. Ne onarız ne güleriz. Ama onurumuz var sayın hâkim, onurumuz! Asıl, o onur ve gururla yaşıyoruz, aç açık!”

“Bırak şimdi onmayı gülmeyi, bana, beni ikna edebilecek net bir cevap ver. Bu ifadeni de şüpheli bulduğumdan tekrar soruyorum. Erdoğan’a niçin çay vermem dedin?”
 
“Anlattım ya işte hâkim beycim. İfadem böyledir. Ben terörist değilim.”

“Sus bakiiim, şimdi beni iyi dinle; Tam da bu günlerde mi akıl ettin; (Erdoğan’a çay vermem) demeyi? Madem kasıtlı demedin, madem kendi halinde kıt kanaat geçinen biriydin, Erdoğan’dan başka çay vermeyecek kimse gelmedi mi aklına? Yoksa asıl Erdoğan’a mı bozuk senin kafa? Ben şimdi nereden bileyim terörist olmadığını? Hadi söyle!”

“Yok, be hâkim beyim, tövbe olsun yok. Bir insan çay vermem demekle terörist olur mu hiç! Hem şu da var ki, hukuk devletinin olmadığı yerde, (Erdoğan’a çay yok),  demeye kim cesaret edebilir, söyleyin hâkim bey, söyleyin n’olur!”

“Ne dedin sen? Yoksa ben mi yanlış duydum ha? Sen şimdi Erdoğan’a hukuksuz mu diyorsun açık açık?”

“Ay, ay hâkim bey, vay vay hâkim bey; Bilip düşünmeden, galiba yine pot kırdım. Hay benim bu dilimi eşek arıları soksun e mi.
Sayın hâkim beyim, bak ne diyeceğim; Sakın ola gene yanlış anlama. İnan ki öyle demek istemedim. Erdoğan’a çay vermem) demenin suç olduğunu nereden bilebilirdim ki?”
Hukuk devletinin olduğu yerde, (Erdoğan’a çay yok) diyen hangi çaycı tutuklanabilir, ona akıl erdiremedim.”

“Ey münafık çaycı! Maksadın anlaşıldı. Uzun lafa gerek yok. Adam, daha geçenlerde affetti herkesi. Siz hala uslu durmuyor, şimdi kalkmış, bir de teee Rize’nin çayını çorbasını kaynatmaya kalkışıyor, yetmedi çay yok diyorsunuz. Reise (yok) demek ne haddinize ha! İstediği yerde çay içer, içtiği çayın bardağını da istediği yere diker. Size ne oğluuum, size nee ha!”

“Tabi hâkim beyim, tabi ki öyle. İster içer, ister diker, ister söker, ister döker, isterse de yakar,  ben de biliyorum.”

“Eee, madem biliyordun, ne diye çay yok dedin?”

“Ne haddime benim, .Hık mık, hitler, mitler, bitler hâkim bey.”

“Hık Mık, Hitler Mitler ha! Oturum bitmiştir. Bir dahaki duruşmaya kadar, tutukluluğuna karar verilmiştir.”

“Durun, bitirmeyin, etmeyin eylemeyin. Üç çocuk var, bir de avrat. Ev desen kira, kıymayın bana. Eğer hala savunma hakkım varsa, son kez dinleyin. Savunmam daha bitmedi hâkim beyim.”

“Hık, mık. De bakim, ne diyeceksin.”

”Ama önce, savunmamı aleyhime kullanmayacağınıza bir söz verin.”

“Yargı makamında oturan benim. Erdoğan’a niçin çay vermek istemediğine mantıklı bir savunman yoksa af da yok.
Hadi de ne diyeceksen. Mahkemeyi daha fazla meşgul etme.”

“Sayın hâkim beyim, işin özeti şudur; Başkumandanımız var ya; Hani o yedi düvele meydan okuyan padişahımız!”

“Eeee, sadede gel.”

 “Sen söyle Allah aşkına, bu koca padişahımız halkın içtiği uyduruk kutu çaydan içer mi içmez mi?”

“Eh, Aslı dururken niye uyduruk çay içsin be oğlum. Tabi ki içmez.”

“Hah işte, ben de onu diyordum hâkim beyim. Bu kara çay var ya, bu kara çay!”

 “Eee, ne olmuş o kara çaya?”

“Karaçay gariban işi değil mi be hâkim beyim?”

“Olmuşsa ne olmuş?”

“İşte o Karaçay var ya, içinde ne ararsan var.”

“Hadi çabuk de, ne var?”

 “Tein var, tein, hâkim beyim! Bu tein var ya bu tein, anında tansiyon fırlatıyor. Şuurunu bulandırıyor insanın. Ellerde titreme, sinir bozukluğu yaratıyor. Sadece kafayı bozmuyor,  kabızlığa yol açıp, bağırsakların da icabına bakıyor. Allah muhafaza, bağırsak kanserine bile yol açmakla kalmıyor, resmen kan kurutuyor, kansızlık baş gösteriyor. Ondan sonra uğraş dur. İster gümüş, ister altın varaklı helâya otur, fayda etmiyor. Bana inanmıyorsan, uzmanlara sor, uzmanlar söylüyor bunu. Şimdi sen söyle hâkim beyim, padişahımızın onca yıl bilmeden içtiği bu lanet olası çayı, kocaman padişahımıza hala nasıl layık göreyim?” 

“Hık mık, hit, mit; Diyelim ki öyle, başkumandanımızın uyduruk çayla ne alakası var, onu söyle.”

“Olmaz olur mu? Hem de nasıl alakası var, dur anlatayım. Bu bizim padişah var ya, kara değil, beyaz çay içer hâkim beyim.”

“Beyaz çay mı?”

“He ya, beyaz çay. Kilosu üç bin falanmış. Her hastalığa şifa olmasa bile, bu beyaz çayın da padişahımız gibi namı varmış hâkim beyim, sadece namı varmış.”

”Yaz kızım; Sanığın savunması henüz tatmin edici olmayıp, üstelik ak ile kara çayı da bir birine karıştırdığından şüpheli görülüp duruşma falan filan tarihine ertelenmiş olup, oturum bitmiştir.”

Önceki ve Sonraki Yazılar