Mustafa Yıldırım

Mustafa Yıldırım

ÇARE ORALARDA DEĞİL! ANADOLU’NUN BAĞRINDA !

 

Şam'a giderken Baalbek’ten aşağılara in, Beka vadisinde durakla!

Oralarda Humeyni'nin emriyle Hadi Gaffari ile Mehdi Haşemi'nin kurduğu Hizbullahilerin kampını sor.

Hizbullahilere komşu kampı sorman bile gereksiz; çünkü sen oranın fotoğrafını yıllarca gazetelerde, gördün!

Orada O PKK kampında Yunan subayları, PKK’lileri eğitmişti. İnanmıyorsan, döndüğünde İmralı’daki hükümet konuğunun ifadelerine bakarsın!

Oyalanma, Lübnan Dağı'nı aş! Dağlardan inen Barada (Rabuva) ırmağını izle! Şam’a yaklaştığında ırmak vadiden geçecek. Sen hemen geçme!

Vadinin iki yamacından yaylım ateş açanlardan sakın! Raylar üstünde kalakalmış, hastane vagonundaki yaralı, hasta askerlere yaklaş. Biraz sonra hepsi subaylarıyla birlikte ölecekler.

 Hemen karşıda, ırmağın öte yanındaki şoseye dikkat et! Kanlar içinde yerlere serilmiş yaşlıları, çocukları, kadınları, kızları, hatta onların katırlarını, eşeklerini göreceksin!

Oylanma, vadiyi geçer geçmez ırmakla birlikte Şam’a gir!

Viktoria otelinin basamaklarında Mekkeli Haşimi Sülalesinden Hüseyin’in oğlu Faysal’ı göreceksin. Yanında “gâvur” subaylarıyla poz veriyor!

Şam tatlısını boş ver, Darülfünuna git. Türkler yaptırmıştı, oralılar okuyup adam olsunlar diye. Savaşta hastaneydi.

Sen şimdi bırak siyaseti, avluya dikkat et! Hastane’deki yaralı, hasta askerler, Türk doktorlar, hemşireleri avlunun köşesinde öbek olmuşlar. 

Faysal’ın adamları, Şamlı Araplar, Şamlı kaçak askerler, onlara saldırıyor. Mermileri tükenen genç Türk subayları, süngüleriyle, kasaturalarıyla yerde yatan hastaları korumaya çalışıyorlar

Birinci saldırıyı püskürtüyorlar, ikincisini de, üçüncüsünde artık sayıları yetmiyor. Gırtlak gırtlağa boğuşuyorlar.

İşte tam o sırada binaya giren İngiliz askerleri komutanlarının emrine aldırmayıp, pencerelerden hep bir ağızdan Türk subaylarına, yaralarına aldırmadan boğuşan askerlerimize güç vermek için bağırıyorlar:

“Haydi Kurt! Göster onlara günlerini!”

Ve subaylar da, doktorlar da, hemşireler de, yaralı, hasta askerler de, yere serilip kalıyorlar.

Saldırganlar, ellerinde palalar, bıçaklar, nacaklar, baltalar tüfekler, tabancalar, zafer naralarıyla yerdekileri soymaya kalkıyorlar.

İşgalci İngiliz askerleri bile dayanmıyor, avluya girip saldıranları kovalıyorlar!

Duydun mu? İngiliz askerleri bile dayanmıyor!

Onlar gördüler, sen hala görmedin mi, yerde kanlar içinde cansız yatanları?

Şam’ın Türk mahallesinden yükselen dumanı, burnunu yakan ağır yanık kokusunu…

Öyleyse artık sus!

Çukurova’yı geç,  Toroslar’a tırman! Kumandan’ın hazırlattığı siperlere bak!

Gözlerini mi bağladılar, yoksa görme, duyma, koku alma yetilerini mi körelttiler?

Vicdanının bir parçası canlı kaldıysa ve çare arayacaksan Anadolu'nun bağrında ara!

Şam'da, Kum'da, Acem'de, Pekin'de, Moskova'da, Avrupa’da, şurada, burada değil!

Dost sesi duymak istersen, Nahcıvan’a, Baku’ya, Türkmenistan'a, Özbekistan'a, Kazakistan'a, Türkistan'a, Moğolistan'a, Kırgızistan'a, Tuva'ya git!

Acı duymak istiyorsan, Irak'ta, Halep'te, Kerkük’te, İran Gülistan’ında canlarına kıyılan Türkmenlere, Karabağ'dakilere, Selanik köylerine uğra!

Ne kendini aldat, ne de Türk çocuklarını!

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar