İbrahim Karamemet

İbrahim Karamemet

ALMANLAR NE HALT ETTİKLERİNİN FARKINDA MI?

ALMANLAR NE HALT ETTİKLERİNİN FARKINDA MI?

Alamanlar Soykırım Kararı karşısında gösterdiğimiz tepkileri anlayamamışlar, Başta  Angela Merkel ve CemÖzdemir’in yüksek müsadeleri ile anlatayım.

Herşeyi Recep Tayyip Erdogan’ın başkan olabileceğini bile düşünebilirdim de Alamanya Parlamentosunun 1915 Ermeni techirini soykırım olarak kabul edeceği bir karar alacağını rüyamda görsem inanmazdım.

Neden Mi?

Ermeni techirinin sorumlusu Alamanlar’dır da ondan. Alamanlar, aslında kendi ayaklarına kurşun sıktılar farkında değiller. Birgün bu apaçık ortaya çıkacak.

Doğrusu Ermeni techirinin bir soykırım olduğunu empoze etme çabaları kötü bir komedi müsameresinden beter bir hal aldı. Tam anlamıyla cılkı çıktı artık.

Birkaç ipucu vereyim sonra 1960 yıllarına kendi başımdan geçen bir Alamanlık olayını anlatayım: von Schellendorf, Felix Guse, Goeben, Breslau, Souchon, Enver Paşa, Talat Paşa, Cem Özdemir ve on arkadaşı, Ahmet Davutoğlu, Bin Ali Yıldırım, Recep Tayyip Erdoğan, Angela Merkel.

Bu kişilerin oynanan komedideki yerini anlatmak ancak birkaç cilt kitapla olası. Zaten çoğunluk tarafından bilinmekte, bilmeyenler ise ya merak edip sorgular birşeyler öğrenirler ya da susarlar. Milliyetçi yaklaşımla yarımyamalak bilgiyle ne Ermeni tarafını düşman görmekle ne de Alamanlaşmış ve konu üzerinde yeterince bilgisi olmayan Cem Özdemir’in başını çektiği türk asıllı alaman parlamenterlerin sözde insancıl kabullenici barışçı bakışlarıyla bir yere varılmaz. Diasporacı Ermeni tarafının yaklaşımıyla ise ancak düşmanlık ve kavga sürdürülebilir. Anlaşılan yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada ve kültürün merkezi Avrupada da artık sığ akıllı twitter, whatsapp telefon cahilliği kol gezmekte.

Gelelim benim 1960-61 yılında Alamanlık ile ilgili yaşadıklarıma. Daha Alamanya gurbetçilerinin Sirkeci’den kalkan trenleri yeni yeni Alamanya’nın Münişen kentine ulaşıyordu. Yani Türkler henüz Alamanya’yı işgal etmemiş, döner dükkânları hamburgeri unutturmamış, türklerin bir türlü kırılmayan yaşam biçimi henüz alamanlarda şaşkınlık yaratmamış ve Alamanya’da türk nefreti oluşmamıştı. Gurbetçilerimiz Münişen tren garında bandoyla karşılanıyordu. Ezeli dost kavramı hiç bozulmamıştı. Angela Merkel denen kız çocuğu ise başka bir Alamanyada altı yaşında yeni okula başlıyordu. Belki de şimdi başında bulunduğu ikinci bir Alaman devletinin varlığından haberi bile yoktu. Ben ise İstanbul Alaman Lisesi’nde ortaokulu bitirmiş, Lise birde okuyordum. Veya tam anımsıyamıyorum belki de orta son. Yaşım 16 veya 17.

Alaman Lisesinin değişik bir takvimi vardır. Her Liseden bir hafta erken ders yılına başlar, bir hafta geç yaz tatiline girerdi. Buna karşılık üç büyük ara tatili yapar, Noel ve Yılbaşında, Türk okullarıyla birlikte arayılda ki, o yıllarda Şubat ayındaydı arayıl tatili ve Nisan ayında Paskalyada.

O yıl paskalya tatilinde Garmish-Partenkirshen kasbasından bir grup Alaman öğrencinin ta Antalya’ya uzanan büyük bir tur için Türkiye’ye geleceğini duydum.  Garmish Partenkirshen Münih yakınlarında bir küçük şehirdir ama, çok önemlidir. Almanyanın tek kayak merkezidir ve çok üst düzey kişilerin oturduğu bir kasabadır. Ben ortaokul son veya lise bir öğrencisiydim ama, yaşım çok uygundu o gruba çünkü, o yıllarda iki yıl olan alamanca hazırlık sınıfını ancak üç yılda başarabilmem nedeniyle aslında normal bir türk lisesinde lise sonda olmam gerekiyordu. Ne yaptım ettim evden de izin ve para kopardım ve alaman lisesinden dört türkle birlikte o gruba katıldım. O yıllarda yeni yeni yollarımızda gözükmeye başlayan bir pullman koltuklu otobüse doluştuk, yola koyulduk. Hepsi çok hoş çocuklar, çok güzel kızlardı. Başlarında bizim İstanbul Alaman Lisesindekilerden beter ceberrut hocalar vardı ama, biz birkaç alaman liseli türk çocuğu alaman lisedaşlarımızla çok iyi kaynaşmıştık. Hatta kolay ayrılamamış, yolcularken Sirkeciden Halkalı’ya kadar trende eşlik etmiştik. O yıllarda öyle zırt pırt dünyanın her yerine uçakla gidilmiyordu.

Turumuz Bursa, Antalya, Alanya. Henüz Antalya’yı beş yıldızlı oteller işgal etmemişti. Antalya’da Konyaaltı plajı arkasında ineklerin otladığı ıssıs bir kırsal alan. İlk olan Koç’un Talya oteli bile açılmamıştı daha. Konyaaltı’na gittiğimiz gün etrafımızda sivil polisler vardı. Bizi korumak için. Olur ya, Alaman kızları denize girerken tacize uğramasınlar diye çünkü, oralar ıssız sahillerdi.

Dönüşte birkaç gün daha İstanbul’daydık. Bir gün Alaman konslosluğuna gidileceğini duydum. Alaman konsolosluğu Türkiye hakkında brifing verecekmiş. Bana çok saçma gelmişti çünkü, grup on gündür Türklerle bilikte Türkiye’yi dolaşıyordu ve ertesi gün Türkiye’den ayrılacaktı. Koca çocuklardı, Türkiye dersi almaya da ihtiyaçları yoktu. İçlerinde lise son sınıfta, hukuk, matematik, mimarlık fakülteleri için ön kayıt yaptıranlar bile vardı.. Çok kalite çocuklardı eminim her biri bugün çok önemli kişilerdir. Alaman konsolosluk binasının içini görmeyi merak ettiğimden ben de katıldım. Osmanlı zamanında yapılmış aslında sefarethane binasıdır İstanbul Alaman konsoluk binası ve Alaman Sarayı olarak adlandırılır. Gümüşsuyu’nda eski bir mezarlık üzerine padişah fermanıyla mezarlık kaldırılarak yapımına izin verilmiş, Dolmabahçe sarayına kuşbakışı hâkim, adeta sarayı tarassut edercesine kondurulmuş görkemli bir bina. İstanbul’daki sefarethane konsolosluk binalarının en görkemlisi.

Osmanlı Orduları Genel Kurmay Başkanı Von Shellendorf paşanın da gerçek makam odası kuşkusuz Erkân-ı Harbiye’de değil bu saraydaydı. Ve muhtemelen Ermenilerin techir edilmesi gerektiğini bu sarayda diğer yüksek Alaman zevatla kararlaştırmıştı. Enver ve Talat’ı ikna etmek kolaydı. Cemal Paşa bu karara başta karşı çıkmıştı ama sonunda o da kabullenmişti. Şimdi Alaman Meclisi utanmadan kendi geçmişine bakmadan bu kararı hiçbir zaman alamayacak bir devlet olarak Ermeni techirindeki kayıplar için soykırım kararı alıyor. İkinci Dünya savaşındaki yahudi soykırımını sakız çiğner gibi dillendirmek istemiyorum ama, hadi Ermeni techirinin baş sorumlusu olduğunu örtbas etmek istiyor, acaba AFRİKADA tam bir soykırım olarak öldürdüğü yüzbinleri de mi unuttu Alamanya.

O gün saygımdan takım elbise giymiş, kravat da bağlamıştım. Oysa Alaman kızlar günlük entari ve hırkalarıyla, oğlanlar blucin ve montla gelmişlerdi doğal olarak, çünkü seyahatteydiler. Ben takım elbisemle ve simsiyah saçlarımla dikkat çekmeliydim ama, hiç de çekmemiş, arada kaynamıştım. Bunu üç sene gibi uzun dil hazırlık sınıfında okumuş olmama ve alaman kültürünü içleştirmiş olmama bağlıyorum. Neyse, görkemli bir salona alındık. Konsolos bey yanında bir yardımcısıyla salona girdi. Hal hatır sordu, biraz sohbet edildi ve hepimiz oturduk. Konsolos yardımcısı brifinge başladı. Aman Allahım dünyalar başıma yıkılacaktı. Bu bey bir İzmit’e gitmiş, bir de Zonguldak’a. İşte Adenauer Vakfı, T. Heuss Vakfı ve benzerlerine zemin hazırlama o vakıflar kanalıyla yapılacak  sözde yardımların araştırması için galiba. Bilenler bu Alaman vakıflarının ne mene şeyler olduğunu bilir. Adam bize bir Türkiye profili çizdi. Aman allahım. Türklerin ne kadar cahil, az gelişmiş, bilgisiz, beceriksiz, pasaklı iflah olmaz beter bir düzeyde olduğumuzu anlatıyor, başka birşey demiyor. Bizi adeta hayvan gibi görüyor. Adam heyecandan ağzından köpükler saçarak, dudak  bükerek onlar da insan mı der gibi anlatıyor. Yani bunlar adam değil olsa olsa işine geldiğinde kullanılır gibi bir algıyı empoze ediyor, Türkiye’ye gelmiş ilk seçme alaman gençliğine. Düşmanın olsa böyle anlatmaz. Ben dilim tutulmuş şaşkın şapalak içimden vay bee dosta bak diye dinliyorum. Oracıkta çocuk aklımla anladım bizim koca Osmanlıyı Dünya savaşında ölecek türk askerler olarak kullanıp hem bizi, hem kendini yok eden zihniyetin bizi nasıl gördüğünü. Ezeli dostun ne mene şey olduğunu. Ha türk, ha afrikalı, onlar için fark etmiyordu, geri insanlardık işte.

Brif bittikten sonra limonata ikram ettiler, hukuk okuyacak olan ağabey konumundaki beni çok seven bir delikanlı, galiba adı Jurgendi, büyük bir cinlikle bir ara ne yaptı etti bir fırsatını buldu o konuşmayı yapan herife beni bilhassa tanıttı. Bu da bizim türk arkadaşımız dedi. Adam beyninden vurulmuşa döndü, bir anda kırmızı alaman suratı mosmor oldu. Jürgen bıyık altından gülüyordu. Ben şaşkınlıktan sessiz duruyorum. Adam kekelemeye başladı ve laf arasında söylediklerimi anladınız mı diye sormak ihtiyacını duydu. Sinirimden ben de doğru dürüst konuşamıyordum ve bir anda bozulmuştu Alamancam. Kısa kesmek için eh işte şöyle böyle dedim. Oysa çok iyi anlamıştım, hem de yalnız adamın dediklerini değil, çok şeyi anlamıştım.

O gün karar verdim Alaman Lisesini bırakmaya. Ama ailemi ikna edemedim. Sonunda bir senemi aldı ama, kendi yöntemlerim ve cingözlüklerimle bu çocuk çok yaramaz Alaman lisesine yakışmıyor diye kendimi attırmayı başardım. Alamanlardan kurtuldumm. Türk Lisesine attım kapağı. O günden beri de çok iyi bilmeme rağmen mecbur kalmadıkça Alamanca konuşmuyorum ama, zaman zaman mecbur kalıyor okuyorum. Üniversitedeyken ihtisas yapmam için bir yıl Yurt dışına gönderilecektim, Alamanya’yı ve Amerika’yı red ettim ne yaptım ettim İtalya’dan bir burs buldum, ihtisasımı İtalya’da yaptım.

Türk Alaman ilişkilerinin ve sözde dostluğunun geçmişini ve gerçek yüzünü bilmek isteyenlere değerli araştırmacı Burhan Oğuz’un “YüzyıllarBoyunca Alman Gerçeği ve Türkler” adlı kitabını öneririm. Gençliğimizde bizleri Alman ve Amerikan dostluğu ve hayranlığı ile yetiştirdiler, en büyük düşmanın Rusya, Yunanistan olduğunu empoze ettiler ama, işin gerçek yüzü hiç de öyle değil. Zaman kimin daha düşman ve sinsi olduğunu gösteriyor.

Evet Alamanlar anlayamamışlar gösterdiğimiz tepkilere ve Berlin maslahatgüzârımızı Dışişleri Bakanlığına çağırmışlar tepkilerimizi dostluğa yakışmaz ve anlaşılır bulamadıkları için. Bilmem birgün anlayabilecekler mi. .. Bütün dünyayı saran akıllı telefon düzeyindeki cahillik akımı geçtikten sonra, twitter ve whatsapp diplomasisi geçtikten sonra belki Jürgen gibi birkaç parlak beyin anlar ve bıyık altından güler.

Ne var ki, biz anladık. Hem de çok iyi anladık.

Önceki ve Sonraki Yazılar