“HERİF” MİŞSİN SÜHEYL HOCA

İbrahim Karamemet

Başlık sizi yanıltmasın. Bizim memlekette yiğit adama “herif” derler. Ben aslen Kayseriliyim, ancak Kayseri’de büyümedim. Ailem, her aydın kayserili aile gibi daha ben doğmadan 1940 lı yıllarda terketmişler Kayseri’yi. Kayseri çok güzel bir yerdir ancak, ben kendi hesabıma kayserilileri pek sevmem, benim fıtratıma pek uymazlar. Hele politikacılarını hiç sevmem. Taa Selçuklu dönemindeki Alaeddin Keykubat ve sonraki sultanların vezirlerinden bu yana bir dış bulaşıklıkları vardır. Sırayla gelen vezir pervaneler İran muhhibliği ile Selçuklu’yu dağıttılar. Bir imparatoluğu parça bölük edip beyliklere küçülttüler. Bence bunun üzerinde dikkatle durulmalı ve ders çıkarılmalı.

Çocukluğumda yazları Erciyes eteğindeki bağevinde geçirmeme rağmen Kayseri kültürü çok az bulaşmıştır bana. O kadar ki, aktörlük yaptığım yıllarada Kayseri şivesini öğrenmeye çabaladığımı hatırlıyorum. Herif sözcüğünün anlamını da askerlik yaparken öğrendim. Üniversitede görevli olduğum için askere çok geç gittim. Yaşım otuzaltıya geldi, üniversite bir türlü bırakmıyor. Kanunen o yaşa kadar tecil ettirebiliyor üniversite. Otuzaltısından sonra  gittik askere. Ooo albayım hoş geldiniz dediler. O günden beri askerlikle de iyi değil aram ama, komplocu liboş olmadım.

Tuzla Piyade Okulu’nda yüzelli kişilik bir bölükteyiz. Yan bölükte Tarık Akan var. İlk günler birbirini tanımakla geçer. Bölüktekileri tanımak çok önemli çünkü, hayatın boyunca askerlik arkadaşı olacak oradakiler. Yıl 1979 yani, 80 ihtilali öncesi, Kenan Evren Genel Kurmay Başkanı. Ortalık karışık. Yanındakini tanımak daha da önemli. Normal zamanlarda olsa hemşehrilik önem kazanır. Bölükten birbiriyle kanka iki kişi ile ilk sohbetleri yapıyoruz. Kayseriliymişler. Ben de kayseriliyim deyince ikisinin de gözleri parladı. Demek ki, ezeli hastalığımız hemşehrilik duygusu ölmemiş, sanırım hiçbir zaman da ölmeyecek. Hemen biri yabancı marka bir sigara uzattı ve, “yak hemşehrim dedi”. Özür diledim, sigarayı uzun zaman önce bıraktığımı söyledim. “Vaay be herifmişsin”, dedi yanındaki. Önce pek anlayamadım ama, kulağıma çocukluğumdan yapışmış seslerden o anda en azından bunun kötü birşey olmadığını sezinledim. Tam tersine büyük övgü olduğunu onradan öğrendim. Askerlik dönemimden geriye hiçbir asker arkadaşımı hatırlamıyorum. Komutanlarımı da.

Ne aksi bir tesadüftür ki, 12 Eylül 1980 ihtilalinde yedek subaydım. Neyse hemen birbuçuk ay sonra erken terhis ettiler bizim tertibi. Şimdi ise bu yaşımda günde iki paket sigara dar yetiyor. Bu ne yaşam şartlarından, ne bu yaşa kadar üzerimde birikmiş gailelerden. Memleketin halinden. Her neyse, gelelim konuya..

Herif’mişsin be Süheyl Hoca, helâl olsun sana.

Yıllar sonra diğer bir 12 Eylül’de Anayasa referandumu yaptık. Zar zor referandumdan geçti bu anayasa değişiklikleri. Yetmez ama, evetçi saftirikler yüzünden geçti, yoksa referandumda takılması çok mümkündü. Belki de hepsi saftirik değildiler, belli bir plân tertibi içinde kullanılan piyonlardı, bir kısmı da kesin ajandı. Tıpkı Selçuklu vezirleri pervaneler gibi. Bilmen hiç vicdanları sızlıyor mu? Hiç biri yok ortalarda bugünlerde. Bu anayasa değişikliğinin en önemli maddelerinden biri Hakim ve Savcılar Yüksek kurulu nun düzenlenmesi yanında Cumhurbaşkanı’nın halk tarafında seçileceği maddesiydi. Aslında yabana atılacak bir seçim şekli değil. Hatta savunulabilir de. Ancak seçim şeklinin altında yatan gene demokratik olmayan ve gizli bir amaç anlaşılamadı seçmence.

Şimdi, Cumhurbaşkanı adayının en az yirmi milletvekilinin önerisiyle seçime katılabilmesi şartı demokratik bir yaklaşım mı?. Olabilir, niye olmasın.. Nitelikli çoğunluk demiyor ya.. Yalnızca yirmi kişi. Akla da yatkın. Ama ancak özgür demokratların olduğu bir mecliste olanaklı bu. Eğer en demokrat davranması gereken partinin genel başkanı benim adayım bu, başka adaya da izin vermem diyorsa bu meclis artık demokratik değildir,halkın meclisi hiç değildir. Üç genel başkanın Erdoğan, Bahçeli ve Kılıçdaroğlu’nun oligarşik triumvaryasıdır. Geri kalan beşyüz küsür kişi figürandır. TBMM nin açılımı Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Üç kişinin verdiği karar Milleti nasıl temsil edebilir, bir düşünün.

Ve ne yazık ki, en demokratik olduğunu sandığımız bir parti genel başkanın dayattığı aday için imza telaşı var. Bu kadar mı omurgasızsınız. Daha herif olamadınız mı? İçinizden iki de has avrat çıktı, Dilek Akagün Yılmaz ve Birgül Ayman Güler de imzayı attı. Başka herifler de çıktı, saat be saat haber kanallarına düşüyor. Ama, şu an itibariyle yirmiyi bulması zor görünüyor. Demokrasi adına büyük bir utanç. En büyük hayal kırıklığı da tek demokratik umudumuz olan partinin genel başkanının dediğim dedik demesi ve açık açık başka adaya izin vermem açıklaması. Bence Kılıçdaroğlu derhal istifa etmeli ve kendini evine kapatıp kitaplara gömülmeli ve içine sindirinceye kadar demokrasi çalışmalıdır.

Daha vahimi de iktidar partisinin durumu. İbretlik. Birbirinin üstüne çıkarak,birbirini ezerek aday olacak kişi için imza yarışına çıktılar. Bu olabilir tabii, madem partisin adayını öne süreceksin. Ancak bu milletvekilleri boş kâğıda imza atıyor ey halkım.. Yani tam bir teslimiyet. Tayyibe biat. Tayyip istediği ismi yazacak üstüne. Bu nasıl milletvekilliği, bu nasıl millet meclisi. Bence bütün milletvekilleri büyük utanç duymalı ve kendilerini fesh etmelidir. Tabii onurları varsa. Bu muhalefet partileri için de geçerli ey kendini demokrat zanneden milletvekilleri..

Gelelim işin gerçeğine ve matematiğine:

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığını Kılıçdaroğlu’nun da pek içine sindirdiğini sanmıyorum. Matematiksel bir taktik olarak ileri sürdüğüne eminim. Bir başka söylenti daha var ki, hiç yabana atamayız ve çok tehlikeli. Bu ismin hem Bahçeli’nin, hem Kılıçdaroğlu’nun kulağına fısıldandığı ve Kılıçdaroğlu’nun da ağır dış baskılara karşı duramadığı rivayeti. Bu şimdilik bir iddia ancak, hiçbir gerçek saklı kalmaz, eğer böyle birşey varsa yakında ortaya çıkar. Bu durumda bu iki muhalefet liderinin Selçuklu vezirleri pervanelerden ne farkı kalır?. Bu noktada Kemâl Kılıçdaroğlu ile, Kemâl Derviş’in ekonomik toplantı bahanesiyle İstanbul Haliç Kongre Merkezi’ndeki görüşmesinin tarihi ile Ekmeleddin İhsanoğlu’nun İslam Kakınma teşkilatı Genel Sekreterliği’nden istifa ettiği tarihin yakınlığına dikkat çekmek istiyorum. Bu görüşmenin tarihi bende büyük kuşku uyandırıyor.

Ekmeleddin İhsanoğlu Kılıçdaroğlu’nun aklına neden yatmıştır. Baskıya karşı koyamacağı vehmine kapılmış ve nisbeten daha demokratik görünen bu adayı kabullenmek zorunda kalmıştır diyebiliriz. Ayrıca, dincilik yapan güçlü bir adaya karşı, dinine bağlı seçmenin bir kısmını çekebilecek dinine bağlı ve iyi kötü laik gibi görünümde bir aday bulabilme telaşı onu bu yöne itmiş olabilir.

Ama buyrun son güncel habere bakalım: Bazı liseler İmam Hatip Lisesi’ne dönüştürülüyor ve yenileri yapılıyor. Gerekçe halkın yoğun talebi. Oysa geçen yıl öğrenci bulamayan İmam Hatip Liseleri vardı, açılamadı bile. Hatırlayın. Veli ve öğrencilerin tepkileri de cabası. Son olarak 29 İmam Hatip Lisesi programlanmış. Birini adı Saidi Nursi, Bir diğerinin adı da Şule Yüksel olacakmış üstelik. Şimdi hem İhsanoğlu’na, hem Kılıçdaroğlu’na soruyorum. Ekmeleddin İhsanoğlu bu karara ne diyecek. Diyelim seçildi. Onun zamanında bu tür oluşumlara ve bunlara meydan verecek yeni kanunlara tepkisi ne olacaktır. Lütfen açıklasın. Benim sandığım, hiç sesini çıkarmayacaktır. Hele konu İmam Hatip olunca aynı bir noter gibi davranacaktır ve ilgili kanunları ve tayinleri gün geçirmeden onaylayacaktır. Ekmeleddin İhsanoğlu bu konuda bir açıklama yapmalıdır. Eğer iddiamın aksini söyleyecek olursa, namus sözü oyum ona. Ama sen de amma münafıksın, İmam Hatiplere niye karşısın diyen varsa, evet karşıyım. İsterseniz kâfir ilan edin beni. Dünyada kişi başına en çok camii olan bu ülkede artık cami yapılmasına da karşıyım. Yerine fabrika yapın, doğrudürüst okul yapın. Oysa tam tersi öğretmen okulları kapatılıyor.

İşin matematiğine gelince, azımsanmayacak belli bir kesim oy kullanmayacağım, böyle rezalet olmaz diye bas bas bağırıyor. Tabii bu tutum Tayyibe yarar. Ancak tepki o kadar büyük ki, galiba yarayacak da. Tayyip seçilirse Kılıçdaroğlu ne yapacak. Biz ona teşekkür mü edeceğiz?!.. Kendi seçmenini bu söyleme getiren bir genel başkan kafasını iki elinin arasına alıp düşünmeli. Oysa, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığından hoşnut olmayan önemli kesimin ilgisini çekecek başka adaylar da yirmi imzayı bulup ilk tura katılabilseydi, seçmeni küstürmezdiniz ve bu aday zenginliğinde daha çok oy çeker, Tayyibin yüzdesini daha da düşürürdünüz. Sağdan soldan Tayyibin oyunu kesebilecek o kadar çok aday var ki. Ve sadece CHP milletvekillerinin sayısı en az altı aday öne sürecek sayıda. İkinci tura da artık herkez şapkasını önüne koyar ve bir karar verirdi. Belki gene Ekmeleddin efendiye razı olurdu bile. Ama birinci turun Tayyibe gitmemesini garantilemiş olurdunuz. Bunu da mı düşünemediniz.. Bu kadar mı taktik yoksunusuz.. Bunun en önemli sonucu da olabildiğince çoklu aday olanağı ile Cumhurbaşkanını halkın seçmesini sağlardınız. O zaman bir halk seçimi olurdu ve sapına kadar demokratik olurdu. Oysa,

Bu haliyle önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi sadece ve sadece Recep Tayyip Erdoğan ile Kemâl Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli arasında geçecek artık usandığımız Salı günü atışmalarından biri nitelik ve niceliğinde kalacaktır. Ve bu nedenle de katılım çok düşük olacaktır, bu da Recep Tayyip Erdoğana yarayacaktır, ancak ülke için bir felâket olacaktır. Zaman dar fakat, telafi edilebilinir. CHP ve MHP milletvekilleri. Eğer gerçekten milletin vekiliyseniz, sadece Emine Ülker Tarhan için değil, biz halkın itibar edebileceği ilk turda yüzde yarım oy dahi alabilecek başka adaylar için bile imza verin, Tayyibin yüzdesini düşürün. Kalan iki kişiyle de ikinci turda biz halk karar verelim.  Sayı yetmiyor demeyin, bir aday için yirmi imza yetiyor, yirminiz dışında çekin ilk imzalarınızı geri, en az altı aday daha önerebilirsiniz. Bağımsızlardan da destek alabilirsiniz. Bırakın Cumhurbaşkanını gerçekten halk seçsin. Ama nerede sizde bu organizasyon, bu taktik yeteneği..  Dilerim ilerde tarih sizi suçlamaz..