Deniz Baykal, Tarafsız Bölgeye mi Genel başkan olacak ?

Cuma Hikmet

Ahmet Hakan'ın bile cilalamayı başaramadığı Deniz Baykal "Tarafsız Bölgesi"

Ahmet Hakan'ın bile cilalamayı başaramadığı Deniz Baykal "Tarafsız Bölgesi"

Bilirsiniz sıfır TV izleyicisiyimdir. Bu nedenle çok ilgilendiğim halde yazılarında ki," kıvırma ustalığ"ı ile takdir edip zevkle takip ettiğim Ahmet Hakan'ın "Tarafsız Bölge" Deniz Baykal programını izlemedim. Ama  Deniz Baykal'ı ve muhalif duygu coşkuları birbirine neredeyse denk olan Ahmet Hakan'ı iyi, kötü tanıdığımdan ortaya çıkacak muhabetti de merak etmedim değil. Bu yüzden bizim yılların gazetecisi yol arkadaşlarıma rica ettim. Şunları bir izleyin lütfen. Düşüncelerinizi de bana iletin. Benim tecrübeme ve ön sezilerime, çarpı beş değerde bilgi ve birikimi olan yılların gazetecileri izledi, "Deniz Baykal'lı, Tarafsız Bölge'yi." Sonra bana izlenimlerini yazdılar, değerli yorumlarını katarak.

Ben izlemedim çünkü, Deniz Baykal insanı ile sadece bir kaç defa karşılaştım. Daha öncede yazmıştım. Dünyanın merkezini Nasrettin Hoca gibi kendi etrafında dönmekte olduğunu sanan, bunuda bir TV programında resmen itiraf eden bir lider eskisini. Kaldıramazdım zaten.

Tarafsız Bölge bitti, bizim yayın kurulundan başladı izlenimlerin sonuçları yağmaya. Ben bir taraftan da, sosyal medya yankılarınıi takip ediyorum, Yüce Rabbim neler ama neler yazılıyor. Herhalde ben Deniz Baykal olsaydım, vatandaşın yazdıklarını okuduğumda "Yer yarılsın içine gireyim" derdim. Uzatmayalım. Bizim yılların gazetecisi, herbiri ayrı bir değer sevgili ekip arkadaşlarımın izlenim ve yorumlarından oluşan bu yazıyı noktasına virgilüne dokunmadan yayına vermeye karar verdim.

Beni takip edenler zaten bilirler. Tam bir Deniz Baykal allerjili olan insanımdır. Nedenlerimi uzun uzun savunacak değilim size. Ama bir araya gelip liderliğini gördüğüm, bir gazeteci olarak mecburen takip ettiğim ve defalarca yazdığım ayrıntılar ile alerji olunacak, bir siyasetçi olduğu fikrine inandım.  Deniz Baykal'ın (ki gelişmeler beni haklı çıkardı) sürekli tüccar medya ve onun, patronu programları basar markalarınca parlatılıp lanse edilmesine tahammül kişiliğim yok.

Aslında program konuğu Deniz Baykal ile hiç bir kişisel sorunum yok. Ama bu ülke yurttaşlarının sorunu var. Tıpkı Melih Gökçek'e söylediğim gibi. Deniz Baykal Cumhuriyet tarihimizin en başarısız CHP lideridir. Tıpkı Melih Gökçek'in, en başarısız Ankara Belediye Başkanı olduğu gibi. ( İyi komşular, Gökçek yere göğe sığdıramıyor komşusu Baykal'ı)

Aslında hala TV programlarına çıkıp eee--ııı diyerek kendisini satmaya çabalayan Baykal ile Gökçek arasında çok bir fark yok bence. İşte bu yüzden, popüler köşeciliğin sihirbazı Ahmet Hakan'ın, "kimin tarafsız" olduğu belli olmayan programında, boy gösterip, zorbanın zulmüne dair hiç bir reçete önerisi olamayan eski ve tesadüfü bir lider. İşte magazin tarihinin dandik sayfalarında kalacak programın, Haber Artı Türk emekçileri tarafından yorumlanmış özeti.

Uzayın Derinliklerinden Bir Deniz Baykal

Yine uzayın derinliklerinden biri geldi, Ahmet Hakan’ın karşısına oturdu ve siber bir söyleşi yapıldı.
Ne Ahmet Hakan’ın soruları soruydu ne de Deniz Baykal’ın verdiği cevaplar cevap. Ahmet Hakan tek bir yerde “ağır” bir soru sordu: “Başkanlık sistemi, olmazsa yarı başkanlık sistemi o da olmazsa partili başkan sistemi… Bu konuda ne düşünüyorsunuz?”
Deniz Baykal herhalde böyle bir soruyu bekliyordu. Ne konuşacaklardı ki zaten, Chavez’den, Maduro’dan bahsedecek halleri yoktu.
 
Baykal, her üçünün de Türkiye için uygun olmadığını söyleyerek söze girmeye kalkıştı ve “baştan, partili başkanlıktan girelim,” dedi ve Ahmet Hakan program boyunca sorduğu en anlamlı ve sert soruyu sordu: “Başkanlık sistemi niye olmasın? Neden karşısınız?”
İşte o anda Baykal kekelemeye başladı. Buna verilecek cevap gerçekten zordu. Başkanlık sistemini daha önce yaşamamış Türkiye için neden başkanlık sisteminin uygun olmadığını kendisini izleyenlere basit cümlelerle anlatması mümkün değildi.
 
Hemen eyalet sistemine girmeliydi mesela. Dünya’da başkanlık sistemiyle yönetilen hemen tüm ülkelerin aynı zamanda eyalet sistemiyle yönetildiğini söylemeliydi. Ahmet Hakan büyük ihtimalle “Küba?” diye araya girecekti, ama Fidel Castro’nun yaşayan son komünist olduğunu söyleyerek bu soruyu aynı sertlikle geri çevirebilirdi Baykal.
Ama Deniz Baykal dolambaçlı yolu seçip, her zaman yaptığını yaptı. Çok şey söyledi, ama bir şey anlatmadı.
 
Söylediği en anlamlı cümle “Söz vermiyorum, umut veriyorum” cümlesiydi, onu da Bülent Ecevit’ten tırtıkladığını belirtti. Açılım politikasını da bu cümle üzerine kurdu.
Tuhaf olan bir başka nokta, PKK’nın çekilmesinde iki taraf arasında bir mutakabat olup olmadığını halkın merak ettiğini söylemesiydi. Ardından “iki taraf da açıkladı aralarında bir mutabakat olmadığını,” diyerek neredeyse AKP ve PKK sözcülüğü yaptı.
Oysa Kandil, “satatükonun belirlenmesini” açıkça istemişti. BDP’liler de özerklikten dem vuruyorlardı. Bunları görmezden geldi Baykal, Ahmet Hakan da bilmesine rağmen hatırlatmadı.
 
Çok zayıftı Baykal’ın savunmaları ve çok yetersizdi Ahmet Hakan’ın soruları. Bunları mektupla da sorabilirdi, telefonla da…
 
Baykal’ın vereceği cevaplar yine aynı olacaktı muhtemelen, ama en azından eski de olsa bir parti genel başkanının, Türkiye’nin en önemi partisine başkanlık etmiş birinin tutuk konuşmasını izlemek zorunda kalmayacaktı insanlar.
 
Açılım, CHP’nin durumu, seçimlerde CHP’nin şansı, başkanlık sistemi, anayasa çalışmaları, alkollü içeceklerle ilgili düzenleme yasası vb. Öyle de yaptılar.
Sen sor ben söyleyeyim muhabbetiydi yani.
Kürt meselesine girişi yanlıştı her şeyden önce Baykal’ın. Kürt denince akla panzerlere taş atan çocukların akla geldiğini söyledi ve vahim hatalarından birini orada yaptı: “Yalnızca onlar değil ama…”
Ama ortayı iyi değerlendiremedi Ahmet Hakan.
 
12 Eylül Anayasası’nın 130 maddesini zaten değiştiğini söyledi, ama AKP’nin hedefinin mevcut anayasanın ilk üç maddesi olduğuna değinmedi. Ahmet Hakan da sormadı. Nasıl bir programsa bu.
Uzayın derinliklerinden geldiği izlenimini yaratan Baykal, alkol düzenleme yasasıyla ilgili de bildiklerimizin dışında bir yaklaşımda bulunmadı. Herkesin hemfikir olduğu, “AKP’nin zorlama ve dayatmayla” kişilerin özel yaşamlarına müdahale ettiğini öne sürdü ki, bunu zaten hepimiz biliyoruz. Çocukları alkolden uzak tutmak için çıkarılmadığı da biliniyor, Türkiye’de bir alkol sorunu olmadığı da…
 
Programı izleyen herkesin çok umutlanmadığı, ama yine de belki bir şeyler söyler beklentisiyle oturduğu bir saatlik programda Baykal hiçbir şey söylememeyi becerdi.
Ne CHP’nin politikasını savunan bir CHP’li gibiydi, ne de liderine bağlı bir partili… Tek başına olduğunu da vurgulamaktan çekinmedi. Kimi zaman, “ben ona karışmam” durumuna bile getirdi sohbeti.
 
Swoboda’yı suçladı, ama CHP’nin muhalefetinde zaaflar olduğunu da eklemeyi unutmadı.
Bir dakika durup düşünmek gerek. Deniz Baykal, hiç kullanmaması gereken bir deyimi kullandı: “İktidar zehirlenmesi.”
Bunu elbette AKP için kullandı. Oysa iktidar yalnızca hükümet olmakla sınırlı değil. Parti başkanlığı dönemindeki “iktidar zehirlenmesi”ni unutup konuştu. Küçük olsun benim olsun zihniyetiyle CHP gibi bir partinin oyunu yüzde 2,5’lara kadar düşürdüğünde iktidar zehirlenmesine uğradığını unuttu.
 
“Şeriat mı gelecek, bu mu endişeniz?” mealinden bir soruyu cevaplamaktan kaçındı Baykal. Oysa söylenecek çok şey vardı. Türkiye’nin dinamiklerinin buna izin vermeyeceğini söyleyebilirdi. Hala Mustafa Kemal Atatürk’ün ruhunun toplumun yüreğinde oturduğunu anlatabilirdi.
Tayyip Erdoğanlaştı, bir kez bile Atatürk demedi.
 
CHP’nin 2009 yerel seçimlerinde büyük ilerleme kaydettiğini söyledi Baykal, ama hiç de hoş olmayan bir şekilde başkanlık koltuğunu bırakmak zorunda kalışını hala unutturmaya çalışıyor. Aşağılık bir tezgâhın kurbanı oldu olmasına, ama bir siyasetçi artık “kamu malı” sayılır. Bu yüzden de her ahşap masa, çelik dolap, döner koltuk gibi tüm nesnel varlığıyla göz önündeyken dikkatli yaşamak zorundaydı.
 
Asıl ürkütücü olanı, kaset olayının ardından parti başkanlığını bıraktığı açıklamanın sonunda Pensilvanya’ya selam ve teşekkür göndermesiydi. Herkes balık hafızalı değil. Unutulmadı o selam.
Ancak ne kadar konu dışında tutmaya çalışsak da, sosyal medya da vatandaş konuyu oraya çekiyor. Hatta bütünüyle oradan hareket ediyor diyebilriz.

Twitter’de onlarca yazılan mesajın çoğu eleştirinin de ötesinde “140”karakterden ibaretti.
Ama sosyal medya şunu yansıtıyor, hatta gözümüze sokuyor: “Ahmet Hakan ile Deniz Baykal hiçbir şey söylemeden, anlatmadan bir program nasıl yapılır”ın muhteşem bir örneğini verdiler.
Bazı programlar vardır, aklınızda çivi gibi asılı kalır. Bir programa telefonla katılan dönemin adalet bakanı Şevket Kazan, Yılmaz Karakoyunlu’ya ikide bir “Karakucak, Karakoy, Karaköy, Akkoyun” deyince Yılmaz Karakoyunlu dayanamayıp, “Şu soy ismimi doğru söyleyin Sn. Kazan,” demişti. “Ben size Kepçe desem hoşunuza gider miydi?”
Bu bile siyasi polemiğin beyinlerde kazındığı ve unutmayacağı küçük bir örnek olarak tarihe geçti.
Peki, program bitti… Aklınızda ne kaldı?
CHP’nin muhalefet eksikliği mi, başkanlık sistemine nasıl baktığı mı, açılım mı, alkol mü, ayrımcılık mı, anayasa mı?..
Ne? Ne kaldı aklınızda.
Bizim aklımızda bir tek Ahmet Hakan’ın ilk kez gözlüksüz kamera karşısına çıktığı kaldı, o kadar.

Aslında Sosyal medyada bu programa dair o kadar çok yorum yapıldı ki, inanamazsınız. Neler neler... Onlarıda derlemiştik size nakledelim diye. Lakin lehte fazla bir şey bulamadık.
Ve tabi alehte olanları yayımladığımızda da "Belden aşağıcıların" utanmaz suçlamalarını, açabilecekleri yüzsüz davaları göze alamadık.
Merak eden Deniz Baykal Ahmet Hakan yazsın Google abiye ve özellikle Twitter arama bölümüne; kendi gözleriyle okusunlar hepsini.