ÇÜRÜME

Kaya Çetin

70’inden sonra yer değiştirmek akıllı işi değil diyeceğim ama hangi işimiz akıllıca ki? Kartal’daki gül gibi yerimizi bırakıp geldik bu memleketlere. Gerçi “gavur” oluşu açısından uyumsuzluk sorunu yok. Lakin gelin görün ki memleketin çivisi çıkınca olay her bir yere yansıyor.

Siz nasıl yapıyorsunuz bilmiyorum; ben bir yere gittiğimde güvendiğim bir örgüte girer sorarım:

-Kime görüneyim, kime görünmeyeyim?

Burada da öyle yaptım, gittim örgüte. Bendeki cevheri (!) keşfettiklerinden olacak, yere, göğe sığdıramadılar. Çaylarımızı içerken oturacağımız, kalkacağımız yerleri öğrendik, epeyce bir memleketi kurtardıktan sonra komisyona da kaydımı yaptılar, bir hafta sonra toplantı kararıyla ayrıldık. Ondan sonra toplantılar birbirini izledi; referandum da yaklaşınca biz her hafta gürül gürül toplanmaya başladık.

Bir gün yine toplanacağız, başkan telefon etti.

-İşim çıktı, bugünkü toplantıyı erteleyelim.

Beni şeytan dürttü:

-Gündem ne olacak başkan?

-Her zamanki gibi.

-Geyik yani.

-…

Baltayı taşa vurduğumu duyumsadım ama söz bir kere ağızdan çıktı, düzeltmenin olanağı yok. Nitekim bir sonraki toplantıda başkan açıklama yapma gereği duydu:

-Bazı arkadaşlar yakınıyor ama bizim komisyon en başarılı komisyon!

***

TÖB-DER’in 60’lı yıllarda yayınladığı “Meksikalı Devrimci” öyküsünü (bir gün sizinle paylaşacağım) anımsayınca umutsuzluğa düştüm.

Şimdilerde örgüt deyince akla sınıf mücadelesi, ideoloji, ilkeler, amaçlar, yöntem… gelmiyor. Oğlanın tayini geliyor, kızın okulu geliyor, belediyede iş geliyor, ihale işleri geliyor. Bunlar geldiği için de, kökleri Kurtuluş Savaşına uzanan Türkiye’nin en köklü örgütü, referandumda 9 bin küsur sandığa gözlemci bulamıyor, sandıklara sahip çıkamıyor.

Seçmeni, hakkını aramak için YSK önüne çağıracağına bahane üretiyor.

Oy verenler de soruyor doğal olarak:

Seçim sonuçlarını “silahlanmış olanlar” belirliyorsa, seçimin gerekliliğini tartışmaya açmış olmuyor muyuz?

***

Bu değerlendirme bir umutsuzluk çığlığı değildir. Bir çürümeden söz ediyorsak; o çürüntülerin, kendisinin yerini alacak olan embriyonu içinde taşıdığını da kabul etmek zorundayız.

Sonuçta sular yatağını bulacak; elverir ki biz kendimize düşeni yapalım.