ALEV ALATLI CUMHURREİSİ’NE NE DEMEK İSTEDİ

İbrahim Karamemet

Cumhurreisliği Kültür ve Sanat Ödülleri töreninde ödül alan yazar ve türkücülerin tavırları ve sözleri gündemi halâ sarsıyor. Türkücü Yavuz Bingöl ise bu ödülü almasının yanında daha çok, kısa bir süre önce verdiği bir röportajdaki anlamsız sözleriyle gündemde. Bu gündemi tekraren buraya taşımayı gereksiz çünkü, Mısır’daki sağır sultan bile bu gündemin içinde.

Benim dikkatim daha çok Alev Alatlı’nın oldukça dolambaçlı sözleri üzerinde yoğunlaştı. Bu arada Alev Alatlı üzerinde biraz duralım: Kendisi aydın bir Beyaz Türk’tür. Bazı yararlı fikirleri ve çabaları da olmuştur. Bunlardan biri de Kapadokya bölgesinde büyük çabalarla kurmuş olduğu çeşitli teknik ve sosyal alanlarda yüksek eğitimli kalifye eleman yetiştirmek amacını güden bir Yüksek Okul yaratmasıdır. Aslında çok önemli bir çabadır bu. Yükselen Liberal trendlere uygun köy değilse de, yöresel bir kasaba yüksek eğitim enstitüsü niteliğindedir. Devlet dahil herkesin üniversite adı altında üniversal eğitimi gecekondulaştırdığı bir ortamda, üniversite yaldızlı kalkanı yerine iki yıllık yüksek eğitimle,  başta yöre ihtiyaçları olmak üzere eğitimli kalifiye eleman yetiştirme amacını güder. Bu konuda hayli başarılı bir yol da almıştır. Gördüğüm kadarıyla Alev Alatlı’nın birincil amacı bu eğitim kurumu tarzınının başarıya kavuşmasına yönelmiştir. Bu uğurda şeytanla bile sözleşme yapabileceğini tahmin etmekteyim. Aslında önemli ve gerekli bir girişimdir. Keşke model olarak yerleşse ve oy uğruna mantar gibi biten niteliksiz üniversitelerin yerine daha çok organize yüksek okul kurulsa..

Alev Alatlı ülke sorunlarına kafa yormaktadır ama, aslında tam bir Beyaz Türk’tür. O kadar ki, son yapıtının adı “Beyaz Türkler Küstü”dür. Bir yakınma deklarasyonudur. İster beğenelim, ister beğenmiyelim Beyaz Türkler de toplumumuzun bir parçasıdır ve o topluluktan da yararlanmak olmalıdır asıl amaç, küstürmek değil. Alev Alatlı da küsmüş gibi gözükse de, ne pahasına olursa olsun birincil amacı olan yüksek okulu uğruna hemen hemen herşeyi yapabilmek için çaba harcar gözükmektedir. Yani, daha tam küsmemiştir, çeşitli çabalar ve yollar denemektedir. O ödülü kabul etmesi ve Ak-Saraydaki resepsiyona katılması da bunun bir göstergesidir kanımca.  Asıl üzerinde durulması gereken bu umarsız çelişki olmalıdır bence. Bunun derin bir dilemma, bir aydın çaresizliği ve çıkmazı olup olmadığı üzerine tartışılmalıdır.

Sözlerine gelince ilginçtir. Birşeyler demek istemiştir ama, tam vurgulayamamış kenarından dolanmış gözükmektedir. George Orwell’den günümüze çok uyan anlamlı bir özdeyişle seslenmiştir Cumhurreisine. “Evrensel dolandırıcılığın hüküm sürdüğü zamanda gerçeği söyleyen, gerçek devrimcidir” demiştir yüzüne karşı ve konuşmasının sonunda eklemiştir, sanırım Goerge Orwell hayatta olsaydı sizi ayakta alkışlardı. Sonra ilintili ilintisiz Daniel De’Foe den bir alıntı daha yapmıştır. Daniel De’foe’den ne dediğinden çok, hemen arkasından eklemek gereğini duyduğu açıklaması daha çok dikkatimi çekti. George Orwell’i  “1984” ve “Hayvanlar Çiftliği” adlı yapıtının popülaritesinden dolayı çok kimse bilir ama, tek başına isim olarak Daniel De’Foe deyince birçok kimse gene hemen herkesin bildiği, bilmese bile en azından bir bankanın suyu çıkmış reklamından dolayı olsun duyduğu “Robinson Crusoe” ile ilintisini kuramayabilir. Alev Alatlı karşısındaki yüksek zevatın bir ikilemde kalmaması için hemen Daniel De Foe ismini zikrettikten sonra Robinson Crusoe ‘nin yazarı demek gereksinimini duymuştur. İşte asıl hazin olan bu izahlı müzik örneği  gibi açıklama ihtiyacının böylesi yüksek bir zevat karşısında söylenmek gereğidir.

Alev Alatlı özellikle George Orwell özdeyişiyle ince ince bir mesaj mı vermek istemiştir çok merak ediyorum. Daha ilginci de bu birbirinden ilintisiz iki alıntısı ve özellikle sizi ayakta alkışlardı sözü üzerine Cumhurreisimizin duygulanması ve eşi First Lady’miz Emine hanımın gözyaşlarının süzülmesi ve heyecanla alkışlamasıdır. İşin içinde eşinin ayakta alkışlanması öngörüsü var ya..

Her neyse Alev Alatlı konuşmasını kazasız belasız bitirmiş ve karşısındaki yüksek zevatın ilgisini çekmiştir. Bu sayede çabalarına destek bulacağıda bellidir. Burda akıllara şu soru gelmektedir, Beyaz Türk dahi olsa gerçek bir aydın bu ödülü kabul etmeli ve o resepsiyonda bulunmalı mıdır?. İşin başlangıç noktası ve asıl tartışılması gereken bu olmalıydı. Bu noktada hatırlanması gereken bir atasözümüz vardır unutulmamalıdır: Yen kaptırılınca kol da gider.