Mustafa Yıldırım

Mustafa Yıldırım

SUÇLUSUNUZ!

 

İstiklal Meclisi’ne Saldırılırken eğlencedeydiniz!

 

"Anıtkabire oyun grubu konuldu diye hırçınlaştınız; ancak namusunuz elden gideli nice yıl oldu. Şimdi sızlanıp duruyorsunuz!"

 

15  yıl önce yazılınca da aldırmamışlardı.Onu bunu suçlamak kolay asıl kendinizle hesaplaşsaydınız bunlar olmazdı. 15 yıl öncesindeki satırlar:

İstiklal Meclisi’nin tabanında tahta döşemeler vardı. Tarihten akıp gelen bir tatlı sesle gıcırdarlar ve Başkumandan’ın, Anadolu’nun dört bir yanından gelmiş meclis üyelerinin ayak seslerini anımsatırlardı.

Onları rahatsız etmemek, fısıltılarını duyabilmek için ayaklarımızın ucuna basarak sessizce geçerdik eski okul sıralarının yanından. Çocuklar, annelerini babalarını çekiştirirler,  fısıldayarak sorarlardı: “Atatürk nerede konuşuyordu?”

T.C’ni yönetenler, kollayıp koruyanlar ve Sabancı Vakfı - Philip Morris Tütün Kumpanyası sağ olsunlar.

Türk mimarisinin o uyduruk taban tahtalarını söktüler ve yerine parke döşediler. Ne gıcırtı kaldı, ne de tarihten gelen tahta kokusu. Evladiyelik oldu zemin.

Gelen yabancılar şaşıp kalacaklar

“Vay canına!” diyecekler, “1920’de ne modern döşeme icat etmişler de, bizim haberimiz yokmuş! Bu Türkler, şimdilerde bu parkeleri dışardan alır oldular. Oysa daha o zamanlar ne biçim sanayileri varmış.”

Deriyle kaplatan züppelik

Eski okul sıralarına baktıkça kendi okullarımızdaki sıralarımız gelirdi aklımıza ve içimizden okşamak geçerdi bağımsızlık savaşçılarının yer yer çatlamış, eski tahta sıralarını.

İstiklal Meclisi’nin küçük salonun iki yanında, basın ve konuklar için dizilmiş iskemleler vardı.

Başkumandan’ı dinleyen yabancı gazetecileri, ayağının tozuyla cepheden gelmiş Madame Berthe Gaulis’i görür gibi olurduk. Kahvehanelerden toplanmış ahşap iskemlelerden birine ilişivermiş; dikkatle dinlemektedir Başkumandan’ı ve “Türk Milliyetçiliği” yazısının ilk sözcüklerini dizmektedir. Türklerin Bağımsızlık Savaşı’nda haklılıklarını anlatan yazısını Fransa’ya göndermeden önce Başkumandan’ın dış politikasını özetleyen şu satırları ekleyecektir:

Onun politikası, dış güçler arasında dengeyi korumak ve hiçbiri tarafından yutulmamaktır.”

Kendimize ne denli yakın hissederdik o iskemleleri... Anılarını incitiriz, diye oturmaya çekinirdik.

Philip Morris Tütün Kumpanyası, Sabancı Vakfı ve T.C’nin kültürden sorumlu yöneticileri,  bir güzel boyatmışlar sıraları. Sıralardaki tarihi belgeydi öğrenci ya da Mebuslardan kalma işaretler... Üç kuruşluk boyanın altında kalmışlar.

Konuk iskemlelerini ise, gıcır gıcır deriyle kaplatmışlar. İnsanların aklına, 1920’lere falan boş verip, alıp götüresi gelir artık.

Bu arada odun sobasını emaye ile kaplamayı unutmuşlar. Talihimize şükretsek yeridir.

*

Kahramanları mozaikleştirdiler Türkiye gib

 

Dipteki küçük odanın duvarında İstiklal Meclisi üyelerinin siyah beyaz fotoğraflarını, hani o şipşakçının kara örtüsünün altından çıkıveren, endişeli bakışlarını görürdük. Birden o yıllara döner ve saygıyla bakardık fotoğraflara.

Cephelerde savaşan dedelerimizi görmüş gibi olurduk. Halk, iyice sessizleşir, anılarına dalardı. Kimileri gözyaşlarını, fotoğraflardaki o müthiş insanların bakışlarından saklarcasına başlarını hafif yana çevirirlerdi.

Philip Morris Tütün KumpanyasıSabancı Vakfı ve T.C yöneticileri, bizleri geçmişin ‘demode’ fotoğraflarından kurtardılar. Duvara ithal malı bir güzel laminat pano yerleştirilmiş. Mebusların yapma, az renkli fotoğraflarını işte o panoya işlemişler. ‘İmaj dünyası’ işte! Ayrıca, İstiklal Meclisi’nin üyelerini birbirine benzetmişler. Gümüş rengi laminat panonun hafif mozaik görünümü, günümüz siyasal mozaikçiliğine denk düşmüş.

Hem neydi o vernikli ağaç panolar ve yeşil çuhalar! Postmodern panolar yaparak şerefimizi kurtardılar.

*

Küçük salonlarda panolarda görürdük cephe fotoğraflarını, Mehmetçikleri... Ermenilerin Türklere toplu kıyımlarını gösteren fotoğraflar dikkat çekerdi ortadaki ceviz panoda. O panoları da kaldırmış ve salonu bir güzel ferahlatmış. Bomboş salonların zemini, modern parkeyle döşenmiş. Kokteyller düzenlenebilir,  kaygan zeminde “country dance” bile yapılabilir.

İcra Vekilleri (Bakanlar Kurulu)’ne ait toplantı masasının çevresindeki koltukları da kabartıp, bir güzel deri ile kaplayıvermişler. Saltanatın kaldırılma kararının alındığı bu odanın duvarına yerleştirdikleri postmodern laminat pano da pek uyumlu doğrusu.

Bir hizmetleri var ki, yıllarca duacı olunabilir:

Küçük oda, yani Meclis başkanının odası yani “Riyaset Odası” girişine parlak pirinç levha asmışlar. Yoksullukla sürdürülen savaş yıllarına da pek uygun düşmüş. Hele levhada “Speaker’s Room” yazıyor ki, o zamanlar bu küçük ahşap masada hangi “Speaker”in oturduğunu merak ediyorsunuz. Mustafa Kemal’in odasına da “President” levhası asmışlar…

Yoksa Amerikan mandası kabul edilmişti de, şu resmi tarih bizden gizlemiş miydi? Bu odadan CNN yayın mı yapıyordu?

Her bölümün girişine astıkları parlak pirinç levhaların İngilizce olması da Philip Morris’in hoşuna gitmiştir. Öyle ya, öteki dillere ne gerek var?! 

Öndeki yüksek pencerelerde kumaş perdeler vardı, salonda ise koyu kadife perdeler... Loşluk insanları saygıya ve sessizliğe çağırırdı. Şimdi beyaz sentetik çekmişler. Neydi o kasvet yani; düşman Polatlı’ya gelip dayanmış da kara bulut çökmüş gibi oluyordu!

Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticileri, böylece bir tarihi yanlışı düzeltmiş oldular. Biz sanırdık ki, 1920 Ankara’sında meclis, yokluk, yoksulluk içinde açılmış ve öyle çalışmıştır. Bilemezdik bunca postmodern ve zengin olduklarını... Ne diyelim, ‘resmi tarih’ işte.

500 Bin Dolara İstiklâl damgalanır:

Burası Ankara, Bağımsızlık ve Onur Savaşı’nın kalbi… İşte Ulus’taki o kiremitli eski mektep binası da o savaşın yönetildiği ve bağımsız, egemen Cumhuriyet Devleti’nin kurulduğu İstiklal Meclisi.

Türkler, Türkiye’yi yönetenler, silahlarıyla koruyup kollayanlar tarihi yalanlamak için çok çabalamışlar ve 500 Bin dolar alarak, Meclisin girişine bir levha asılmasına izin vermişler:

Bu Binanın Restorasyonu T.C. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü Tarafından Philip Morris, Sabancı ve Hacı Ömer Sabancı Vakfı’nın Katkılarıyla Yaptırılmıştır 20 Nisan 2001”

Resmi tarih bizi bu denli kandırmış olabilir mi? İstiklal Meclisinde o zamanlar, 81 yıl sonra mandayı kabul edeceğiz, diye bir taahhütte mi bulunmuşlardı?

Durum böyleyse, o zamanlar Türklere parasıyla bile tüfek satmayan Amerikan fabrikalarının bundan haberi olmadı herhalde.

“Efendiler,” diye bir ses duyası geliyor insanın… O güçlü sesin giderek yükselip, “Bir gün bu millet, ayağa kalkıp ‘Ben İstiklal Meclisimi istiyorum diye yürürse!’ dediğini duyası geliyor insanın! 

Bir küçük yapıdan ibaret olan İstiklâl Meclisi’ni bile korumayı başaramayan bu millet, ayağa kalkar mı?

Bağımsızlık ve kurtuluşunun en değerli Meclisinin girişine, tütün ve sigara kaçakçılığı ABD’de tescilli ‘Philip-Morris’ adını yazdıran, el parasına tamah edilmesine göz yuman bu millet ayağa kalkar mı?

Kalksa bile, 1920 meclisinden sökülüp atılanları bulup yerine koyabilir mi?

Bu olanaksız, ama ya “İstiklâl-i Tam” demeyi unutmuş yöneticiler, akademisyenler ve Kuvay-ı Milliyeciler, Atatürkçüler, Milliyetçiler, Mukaddesatçılar, Devrimciler, İnkılapçılar… (23 Nisan 2001)

*

Yazmakla yetinemezdik. Gazetelerde, dergilerde yazılar yayınlandı; ADD panellerinde dile getirildi. Ses yoktu! Önce Çal ilçesinde imzalandı dilekçeler, daha sonra Denizli’de ve Cumhurbaşkanı’na gönderildi. Meclisin artık geri getirilemeyeceği, ama Philip Morris’ten alınan paranın ulus tarafından ödenebileceği bildirilerek, hiç olmazsa Meclis kapısına asılan levhanın kaldırılması istendi.

Cumhurbaşkanlığı’ndan oraya buraya havale edilen dilekçeye, aylar sonra genel müdür muavinlerinden birinin imzasıyla yazılı yanıt geldi ve Philip Morris, Sabancı ve Hacı Ömer Sabancı Vakfı’ndan 500 Bin dolar alındığı, sözleşme gereği o levhanın asıldığı bildirildi.

Hepsi bu kadar!

Sigara ve tütün kaçakçılığından sicilli, Philip Morris Kumpanyası ve Soros ile eğitim anlaşmalı, ‘Centerci’ Sabancılar… Duyarsız T.C. görevlileri vb.

Şimdilik diyebileceğimiz; görevini ihmal eden yüksek akamların da, bu yıkımı hazırlayanların da unutulmayacağıdır. 31 Mart 2007 

(M. Yıldırım, Savaşmadan Yenilmek, UDY, 2008, s. 269-273)

Önceki ve Sonraki Yazılar