AKP Ölümpiyatlarında Polis Atıcılık Şampiyonu

AKP Ölümpiyatlarında Polis Atıcılık Şampiyonu

CHP Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç, Türkiye’nin olimpiyatları alamadığını ama şu anda “ölümpiyatları” yaptığını ifade etti. Koç, "polislerin de bu ölümpiyatlarda atıcılık dalında şampiyon olacağını" söyledi. AKP’nin korktuğunu belirten Koç, Erdoğan’ın Kürt sorununda kapana kısıldığını, kuyruğunu kaptırdığını vurguladı.
 
CHP Sözcüsü Koç, dün merkez karar ve yönetim kurulu toplantısı sürerken yaptığı açıklamada, güncel konulara ilişkin partinin değerlendirmelerini açıkladı. Birbirinden çarpıcı değerlendirmeler yapan Koç’un açıklamasından satır başları şöyle:
 
AKP KORKUYOR
 
Baktığımız zaman Türkiye manzarasına bir korku hali. Hem toplumda bir korku. İşin ilginç tarafı yönetenlerde de bir korku havası. Bir hoşgörüsüzlük, başından beri süregelen kutuplaştırma, kamplaştırma sürecinin daha keskinleşmesi, eleştiriye tahammülsüzlük artık hat safhaya ulaşmış durumda. Herkes bana komplo kuruyor, herkes bana tezgah yapıyor tarzında bir saplantı. İç ve dış politikada art arda gelen başarısızlıklar, fiyasko deyimiyle de tanımlayabiliriz.
 
“ÜRKÜTÜCÜ YALNIZLIK”
 
Genel bir itibarsızlık, çözüm sürecinde tıkanma tartışmaları. Demokratikleşme sürecinde samimiyetsizlik. Sonuçta yalnızlaştırılan bir Türkiye. Söyledikleri gibi değerli bir yalnızlık değil aslında tam tersine ürkütücü, korkutucu bir yalnızlık. Bunun karşısında demokratik, barışçı anayasal haklarını kullanan yurttaşlara karşı amansız, orantısız bir polis şiddetinin sergilenmesi.
 
“VİCDANLARI MÜHÜRLENDİ”
 
Bir can daha yitirdi Türkiye. Genç bir evladımız daha Hatay’da Ahmet Atakan bu süreç içerisinde kaybettiğimiz evlatlarımıza eklendi. Bu kaybettiğimiz çocuklarımız için bir damla gözyaşı, bir teessür ifadesi, bir baba vicdanından süzülecek iki damla gözyaşına tanık olmadık ne yazık ki. Bir başsağlığı, bir Allah rahmet etsin dileği dahi ifade edilmedi. Bu duyguların nasıl körleştiğini, vicdanların nasıl mühürlendiğini çok açıkça ortaya koyuyor.
 
“TOPLUMDA SAĞLIKSIZ HAVA OLUŞUYOR”
 
Bakın bir liste hazırladı arkadaşlarım. Medeni Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz, Mehmet Ayvalıtaş, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Ahmet Atakan, Adana’da kaybettiğimiz komiser Mustafa Sarı. 7 tane genç ölüm. 11 insanımızın gözü çıktı. 200 beyin travması. 4 bin gözaltı. Bir kısmı tutuklu. Dün İzmir’de biliyorsunuz bazılarının tutukluluk halinin komik gerekçelerle devamına karar veren bir yargı. 8 bin yaralı. Bunların ardında kalan nefret, öfke, yapılan açıklamalara duyulan tepkiler. Bütün bunlar toplumda sağlıksız bir havanın oluşmasını arttırıyor, pekiştiriyor.
 
Bu ölümler sonrasında yapılan açıklamalara tanık olduk. Ethem Sarısülük’e üç adımdan ateş eden polisin eline taş geliyor, tetik düşüyor ve gidiyor Ethem’i kafasından vuruyor. Polis tutuksuz, fail ortada.
 
Eskişehir’de daha önce kalp ameliyatı olmuş gencecik bir çocuk Ali İsmail Korkmaz sokak ortasında görüntüler peş peşe ardı sıra çıktı biliyorsunuz. İnsafsızca dövülüyor, tekmeleniyor, sopayla öldürülesiye dövülüyor. Eskişehir’deki valinin açıklaması arkadaşları polisten kaçarken arkadaşları tarafından dövüldü. İlk açıklama. Daha sonra süreç başka boyutlara gidiyor, gerçek ortaya çıkıyor. Failler hakkında yargıda bundan sonra ne gelişir onu bilmiyorum. Ama bu mantıkla Ethem’in vurulmasındaki yargı aynı mantıkta çalışırsa hiçbir şey çıkmayacağı açık.
 
Abdullah’ın failleri hakkında hiçbir şey yok. Küçücük Berkin hala komada.
 
Şimdi de damdan kendini aşağıya atan gencecik bir Ahmet. Biri kurşuna atlıyor, kafasını kurşuna getiriyor; öteki damdan atlıyor düşüyor.
 
“TÜRKİYE’DE ÖLÜMPİYAT ÇALIŞIYOR”
 
Kısaca yönetemeyen bir iktidar, yönetilemeyen bir Türkiye. Fotoğraf bu. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde korkuyla, vehimle, kuşkuyla, barışçı, şiddet içermeyen, demokratik anayasal hakları olan gösteri yapma ve protesto hakkını kullanan insanlara şiddete başvurulmadığı sürece hiçbir zaman polis tarafından şiddet uygulanmaz. Bu temel bir gerçektir. 10 kişi elinde karanfille bir açıklama yapmak için yan yana geldiğinde o 10 kişi, 1000 kişi olmasın diye hemen gaz, cop, su, baskı, plastik mermi, Türkiye’nin cari açığı artıyor ilerde hesaplamak lazım biber gazı ithalatından doğan faktörde var mı acaba cari açığın artışında? 
 
Türkiye’de ilk defa İstanbul’da Taksim’de sıkılan gazlardan dolayı Kasımpaşa’da oynanan uluslararası bir futbol maçı, bir milli maç, genç milli maçı 1.5 saat ara verilmek zorunda kalınıyor. Stada çöken gaz bulutu yüzünden. Ve bu ülke olimpiyat alacak. Hepimiz istiyoruz İstanbul’da olimpiyat yapılmasını. Sayın Genel Başkanımızda vurguladı üç imparatorluğa başkent yapmış, kültürlerin birleştiği dünyanın en güzel coğrafyası, en hoşgörülü insanların yaşadığı yer bunda hiç şüphe yok. Ama bu tarzda yönetilen bir Türkiye’de olimpiyat değil ölümpiyat çalışıyor şu anda. Belki destan yazan polisler atıcılıkta birinci olurlar ölümpiyatta.
 
“SURİYE’YE GİREMEDİK, ODTÜ’YE GİRELİM”
 
Şimdi Sayın İçişleri Bakanının gündüz açıklaması var. Israrla polisle çatışmak isteyen gruplar şeklinde sunuyor. Oysa dün Taksim platformu Hatay’da yitirdiğimiz Ahmet için ellerinde karanfille bir basın açıklaması yapacaklardı Taksim’de. Var mı bunda bir şiddet? Müsaade edilmiyor. Elinde karanfil olan, basın açıklaması yapacak olan gruba derhal en ağır şiddette karşı koyuş. Yaşanan saçmalıklar, basiretsizler, öngörüsüzlükler sonrası yeni geliştirecekleri sloganlar bugün bir gazetenin köşe yazısında var. Suriye’ye giremedik bari ODTÜ’ye girelim tarzında özetlenebilir. Ya da yurtta savaş, dünyada savaş diye ulu önderin o bütün dünyaya örnek olabilecek olan özdeyişi bugünkü iktidarın dilinde bu kalıba dönüştürülebilir.
 
Ne yapıyor hükümet? Sayın İçişleri Bakanı da memur onu da görüyoruz. Doğrudan bu şiddet kullanma emrini veren kişi Başbakan. Bunu ifade ettik Evet ben verdim dedi. Çünkü korkuyorum diyor. Çünkü bana komplo yapılıyor diyor. Şimdi ne yapıyor hükümet o zaman? Hükümet sokakta, sosyal medyada, statta, üniversitelerde muhalif avında. Kim muhalifse bir şekilde enterne edilmeli. Bir şekilde kovuşturulmalı, soruşturulmalı.
 
“PKK İLE BİZZAT GÖRÜŞEN ERDOĞAN’DIR”
 
Son günlerde KCK’nın bir açıklamasıyla ki, bu açıklamaları ya Kandil’den ya İmralı’dan kamuoyu duyuyor. Hükümet kanadından büyük bir sessizlik hala hüküm sürüyor. Şu ana kadar bu çekilme süreciyle ilgili hükümet içerisinden yetkili, yetkisiz milletvekili düzeyi de dahil çeşitli açıklamalar yapıldı. Aslında çekilmiyorlar canım. Yaşlıları, hastaları geri çekiyorlar değil mi? Yeni insanlar daha kazandırıyorlar. Bu açıklamalar AKP yetkilileri tarafından yapılmıştı. Şimdi yani PKK’ya bölgeden aslında katılımların arttığını ifade etmişlerdi. Şimdi hiç lami cimi yok PKK ile görüşme trafiğini ayarlayan ve devleti meşru muhatap haline getiren kişi bizzat Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dır. Türkçeyi net konuşmak gerekir. Bu görüşmeler, bu muhataplık sırasında ne almıştır, ne vermiştir, ne vaat etmiştir, ne karşı vaat almıştır? Bunlar konusunda hükümet tarafından hiçbir açıklama yok. Çıt yok.
 
“TERÖR ÖRGÜTÜ ARTIK SİYASİ MUHATAP”
 
Türkiye’nin önemli bir sorunu Kürt sorunu. Bu sorunun çözülmesi gerekir. Bu sorunun çözülmesi için meşru zeminde yani TBMM’de meşru siyasi aktörlerle milletin önünde şeffaf, açık, net, dürüst ne gerekiyorsa konuşalım kardeşim. Olayı gayrimeşru sahaya taşıyıp terör örgütünü muhatap aldığınız zaman terör örgütünü artık siyasi muhatap haline getirirsiniz demiştik. Bugün geldiğimiz nokta odur.
 
“TÜRKİYE, PKK’YA TESLİM OLUYOR”
 
Başbakan bu taleplerimize hiçbir şekilde bir açıklık, bir yanıt getirmemiş, parlamentoya dönükte bir bilgilendirme ihtiyacı hissetmemiştir. Başından beri söylediğimiz meşruiyeti sorgulanacak, kendi yakın dönem siyasi beklentilerine dönük bir süreç üzerinde tüm toplumumuza ve bilhassa Kürt yurttaşlarımıza boş beklenti yaratarak vaatte bulunmak yanlıştır dedik. Diğer yandan eylemsizlik kararı devam edecek, çekilmeyi durduruyoruz diyen gruplar silahı ve terörü siyaseti rehin alma, siyasete şantaj yapma aracı halinde tutarak bu süreci devam ettirmek istiyorlar. İşin diğer yanında da bu var. Yani silah ve terör masanın üzerinde ya da kenarında duracak, bundan sonraki süreci bunların rehinliğinde, bunların şantajında götüreceğiz. Plan bu. Ve sen koskoca Türkiye olarak teslim oluyorsun.
 
“KAPANA KISILDIN, KUYRUĞU KAPTIRDIN”
 
Sayın Başbakana seslenmek istiyoruz. Demokratikleşme konusunda şuana kadar sergilediğiniz ürkeklik, çifte standart yaklaşımınız, oyalama ve oyalanma taktiklerinizin boşluğu, uluslararası konjonktürün ortaya çıkarttığı Suriye gerçeği ve Rojava gerçeği, dış politikada girdiğiniz bataklık deminde söylediğim gibi derin bir yalnızlık değil aslında ürkütücü ve çileli bir yalnızlık. Bütün bu süreçler KCK tarafından son derece iyi okunup size ve ülkeye karşı şimdi silah ve terör şantajı kenarda tutularak bundan sonra adım atmanız isteniyor. Sayın Başbakan, bu gerçekleri sizin yandaş bellediğiniz, sizin sinirleneceğinizi, hiddetleneceğinizi bilerek konuşmayan, konuşamayan ya da ne idüğü belirsiz danışmanlarınız söyleyemezler. Gerçek bu, yaşadığın gerçek bu. Kapana kısıldın, kuyruğu kaptırdın halk deyimiyle söyleyeyim. Çırpınıyorsun. 
 
“KEŞKE HAKSIZ ÇIKSAYDIK”
 
Sen değil miydin Mart, Nisan aylarında ortalığı ayağa kaldırdın. Yine yandaşlarınla bu CHP çözüm istemiyor, bu CHP barıştan yana değil diye ortalığı ayağa kaldırdınız. Cumhuriyet Halk Partisinin söylemi çok net ve açıktı. Böyle bir sorun var, bu sorun ulusal birliğimiz korunarak herkesin eşit hak ve hukuku paylaştığı eşit birer cumhuriyet yurttaşı olarak yer alacakları bir kavram içerisinde Kürt yurttaşlarımızın da bütün kardeşlerimiz tarafından Türkiye’de yaşayan bütün yurttaşlarımız tarafından makul karşılanabilecek, kabul edilebilecek tezler çerçevesinde haklarının teslimiyle meşru zeminlerde bunlar tartışılarak çözüme kavuşturulmalıyı söyledi Cumhuriyet Halk Partisi. Cumhuriyet Halk Partisi ne çözüme, ne barışa karşıydı. Cumhuriyet Halk Partisi bu süreci senin kendi siyasi emellerin için kullanmana ve Kürt yurttaşlarımızı bir kere daha kandırmana karşıydı. Keşke haksız çıksaydık.
 
“BAŞBAKAN KÜRT KARDEŞLERİMİZİ ALDATTI”
 
Kürt kardeşlerimizi bir kere daha Başbakanın en üst noktada aldattığı gerçeği ortaya çıkıyor. Bunun altını çizmek ve bunu tespit etmek gerekir. Boş beklenti yaratmak süreci daha da zorlaştırır Sayın Başbakan. Şimdi demokratikleşme paketi heyetler kuruluyor, Hakan Fidan’da var heyetin içinde. O da demokratikleşmeye katkı yapacak. Herhalde açıklanacak. Başbakana sunuldu deniyor. Başbakan sihirbaz mı değerli arkadaşlar? Demokrasi sihirbazın torbası mı? Başbakan torbadan tavşan mı çıkartacak demokratikleşmede. Ne bekliyorsunuz? Başbakanın kimliğini bir hatırlayalım. Başbakan ve demokrasi kavramlarının yan yana geldiğinde ne ifade ettiğine bir bakalım. Başbakan ve demokratikleşme. İsmet Paşa’nın deyimi geliyor. Hadi canım sende.
 
Başbakanın demokrasi anlayışı belli. Kendi siyasi çıkarları neye müsaade ediyorsa, neye uygunsa o yönde bir adım atabilir ancak. Örnek mi? Cumhuriyet Halk Partisi 17 maddelik bir Demokrasi ve Özgürlükler Manifestosu koydu toplumun önüne. Seçim barajının indirilmesi veya kaldırılmasından, gösteri ve toplantı yürüyüşü hakkına kadar, düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasından terörle mücadele kanununa kadar, seçim yasalarından siyasi partiler yasasına kadar hepsini toplumla paylaştık, sizlerle paylaştık.
 
PAKETTEN HİÇBİR ŞEY ÇIKMAYACAK
 
Şimdi gelelim Başbakanın demokrasi paketine. Seçim barajı indirilsin, kaldırılsın. Hop kardeşim. Bu bana yaramaz. Benim demokratikleşmemde bu yok. Ben getirmedim ki seçim barajını niye ben kaldırayım. Bu ifadeleri hatırlıyorsunuz değil mi? Bu paketi hazırlayacak ve sunulacak Başbakandan çıkıyor. Peki düşünce ve ifade özgürlüğünü sınırlayan yasalar da düzenleme yapalım. Ya da demokratik gösteri ve yürüyüş haklarını düzenleyen yasa değişikliğini gündeme getirelim. Başbakanın kafasından geçen bu demokratikleşme teklifleri karşısında. Bana ve iktidarıma muhalefet geliştirme olanaklarını güçlendireceksiniz öyle mi? Zaten sokaklarda uğraşıyorum. Devri iktidarımda böyle bir mantığa müsaade edebilir miyim? Arada sırada Başbakan düşüncesiyle konuşuyorum. Torbadan böyle bir paket çıkabilir mi? Mümkün değil. 
 
Peki seçim sistemini gözden geçirelim. Siyasi partiler yasasını gözden geçirelim. Başbakanın düşüncesi; ya ben bu sistemde tek seçici olarak, seçtiklerimde bana katıksız biat edecekleri bir sistemden niye vazgeçeyim kardeşim, niye milletvekillerini halkın seçmesine bırakıyım da halkın taleplerini benim yanlışlarıma rağmen onun üzerine çıkartarak bana ifade etme hakkını onlara tanıyım? Niye denetleneyim seçtiğim insanlar tarafından? Başbakan bu yönde adım atabilir mi? Mümkün değil.
 
Yargının tam bağımsız olacağı, yürütmenin ipoteğinden çıkacağı bir değişiklik yapalım. Demokratikleşme için önemli. Böyle bir paketi nasıl onaylayabilirim? Delik deşik ederler beni. Peki, hani söz verdik, masalar kurduk, güya çalışıyoruz, çağdaş, özgürlükçü, sivil, her türlü vesayetten arınmış, gerçek bir anayasa, ya ben öyle dedim ama benim her türlü yetkiyi kullanacağım, hem başkanlık yetkisini hem başbakanlık yetkisini hem siyasi parti genel başkanlığı yetkisini kullanacağım tam başkanlık olursa bir anayasa olabilir. İşime gelen taraf o olursa olur. Başbakandan böyle bir mantık beklenebilir mi?
 
Efendim, paket açıklanacak, şu olacak… Geç onları. Söylediklerimi yapabilir mi? Adım atabilir mi? İrade geliştirebilir mi? Mümkün değil. Başbakan bundan sonra acı gerçek şudur, bundan sonra ülkenin çıkarları için değil, kendi siyasi çıkarları için ancak adım atabilir.
 
“SAVAŞ DİYEN 1.5 İNSAN KALDI”
 
Suriye’ye gelince şöyle özetleyeyim; 21 Ağustos’tan sonra olan gelişmelere bakalım. Dünyada savaş isteyen 1.5 insan kaldı. Biri anladınız, yarımı da anladınız siz kim olduğunu Türkiye’de. Ötekine yaptığı bu kadar hatadan sonra tam insan diyemiyorum çünkü. 1.5 insan kaldı dünyada. Rus diplomasisinin İran desteğiyle devreye girmesinden sonra Amerikan kamuoyunun Başbakan Obama’ya yaptığı muhalefet çıkışından sonra Başbakan Obama dahi Başkanlık yetkisi dışında temsilciler meclisine gitmeyi, senatoya girmeyi erteledi.
 
Hollanda’yı hiç söylemiyorum. Suriye’nin emperyal taleplerinin Suriye üzerinde 100 yıllık geçmişini biliyoruz. Bir kalktılar Fransız aceleciliğiyle yine Fransız aceleciliğiyle oturdular. Fransız halkının yüzde 68’i istemiyor. Savaşa karşı. Türk kamuoyu da öyle. Şimdi hepsi döndü. İngiltere biliyorsunuz meclis baştan kesti işi. Geriye kaldı 1.5 insan dünyada. Savaş çığırtkanlığına devam eden. Savaşta savaş diyen, belki bu karambolde içeriyi tekrar konsolide ederim kaygısını sürdüren 1.5 insan kaldı.
 
“BİZ KİMİNLE BOZUŞSAK CHP ORAYA GİDİYOR”
 
Efendim, CHP niye Mısır’a gidiyor? CHP niye Irak’a gidiyor? Biz kiminle bozuşsak CHP oraya gidiyor. Burada önce bir ifşaat var. İtiraf var. Yani sen bozuştun herkesle, bunu sen kendin itiraf ediyorsun. Sayın Çelik’in sözleri üzerine söylüyorum. Bozuştunuz. Irak merkezi hükümetin muhatabın değil. Suriye’de şu anda çatışmaya rağmen mevcut yapı muhatabın değil. Mısır muhatabın değil. İran buzlu cam arasından bakıyor sana zaten. İleride bana dönük bir strateji içerisinde bugün bu savaş çığırtkanlığını yapanlar yarın kim bilir bana dönük bir hareket yapıldığında nelerin içine girerler diye hesabını yapıyor İran. Doğru mu?
 
Muhatabın yok senin. Meşru muhatabın yok bölgede. Muhatabın var; El Nusra, El Kaide, İmralı, Kandil. Düşünebiliyor musunuz? Türkiye Cumhuriyeti hükümeti uluslararası politikada dış politikada geldiği nokta meşru muhatabı olmayan bir devlet.