Vurulma anını anlattı!

Vurulma anını anlattı!

İbrahim Tatlıses, Cengiz Semercioğlu'na o anları anlattı!

Vurulduğu günden beri kaç kez telefonlaştık hatırlamıyorum. Bu kez kalktım, İbrahim Tatlıses’i ofisinde ziyaret ettim. İddialı bir tavla maçı için randevulaştık ama o kadar yoğundu ki tavla oynayamadık. Tatlıses Kebap’ta yedik, içtik, sohbet ettik... Üstelik bir gün değil, iki gün üst üste buluştuk... Vurulduktan sonra herhalde en kapsamlı konuşması bu oldu. Her şeyi anlattı; vurulma anını, doğacak bebeğini, iş hayatını... Sohbetimiz boyunca bir tek şey rica etti; “Fotoğraf çektirmeyelim” dedi. Hay hay dedim, sohbeti akışına bıraktım.

Hastanede kalem istedim, ilk kızımın adı Melek’i yazmışım

Kurşunun geldiği anı hatırlıyorum. Tam arabanın içinde arkaya dönmüştüm, programla ilgili İpek Hanım’a bir şey söylüyordum. Ateş edilen arabayı görmedim, yanımızdan geçmiş... Bir ses duydum. Sonrasında damlayan kanın şıp şıp diye çıkardığı sesi hatırlıyorum sadece... Kafamın içinde damlayan bir kan mı, yoksa kanım omzuma mı düşüyor bilmiyorum. Sadece beynimin içinde giderek daha çok yankılanan bir şıp şıp sesi... 

İkinci kurşun burnumun ucunu sıyırıp İpek Hanım’ın boğazına saplanıyor. Zaten arabanın içinde benimkinden çok akan İpek Hanım’ın kanı. Hastaneye vardığımızda doktorlar “Önce İpek Hanım’a müdahale edin” diyorlar zaten, çünkü onun kan kaybı daha fazla... 

Sonrasında ilk hatırladığım, doktorların “Bizi duyuyorsanız tepki verin” sesleri... Evet duyuyorum ama sesim çıkmıyor ki... O arada koluma serum için bir şeyler yapıştırmışlar. Nasıl ağırlık yapıyor anlatamam. Dişlerimle çıkarmaya çalışıyorum kolumdaki bandı ama kimse anlamıyor. Sonunda oğlum Ahmed anladı, söktü çıkardı bandı kolumdan. Öyle bir yük kalktı ki üzerimden, müthiş rahatladım. Kalem istedim. Kağıda ilk yazdığım şey sadece Melek olmuş. Neden Melek yazdım bilmiyorum, kızım Melek Zübeyde yüzünden olmalı...

O kurşun bana 40-50 milyon dolara mâl oldu

Vurulduktan bu yana ticari kaybım 40-50 milyon dolar olmuştur. Sadece tedavi masraflarımdan bahsetmiyorum. Düşün, her ay 400-500 bin ciro yapan bir çarktan bahsediyorum. O çark bir kurşunla bıçak gibi kesiliyor. İki yıldır dönmüyor. Ayrıca tedavi masrafları da yabana atılır gibi değil. Almanya’daki hastanenin sadece yatak maliyeti günlük 2 bin euro’ydu. Gerisini sen düşün... Tüm bunlar olunca ekonomik sıkıntı yaşamamak imkansız. Neyse ki sıkıntıların yüzde 80’ini aştık. Sadece yüzde 20’lik bir bölüm kaldı. Allah’ın izniyle 2013’te hem müzik hem iş hayatında İbo geri dönecek...

TRT’yi aradım, dedim ki..

Almanya’da hastanede yatıyorum. Hastanede bir tek TRT Türk çekiyor. Başka Türk kanalı yok. Bir gün, iki gün, üç gün... Baktım hep aynı programlar dönüp duruyor. Bütün programları ezbere biliyorum artık. Sonunda dayanamadım, açtım TRT’ye telefon. “Yahu hep aynı programlar. Allah rızası için değiştirin şunları. Hasta yatağımızda reva mı bu yaptığınız!” dedim. 

Sonra tablet bilgisayar getirdi çocuklar da oradan Türk kanallarını izlemeye başladım. En çok izlediğim film ise “Ay Lav Yu” oldu. En az 10-15 kere izlemişimdir. Sermiyan Midyat çok güzel bir komedi yapmış. Her seferinde ekiple birlikte izliyoruz, kahkahalara boğuluyoruz. Halen de arada izliyoruz o filmi...

Adnan Şenses... Gerisi vefasız..

Bu kadar sıkıntı yaşarken sanat dünyasından bir Allah’ın kulu kapını çalmaz mı? Çalmaz, çalmadı işte... Bu kadar şey yaşamışsın, biri de açıp “Bir şeye ihtiyacın var mı, darda mısın?” diye sormadı. Borç teklif etseler alacağımdan değil. En zor günümde bile kimsenin yardımını istemem, yaradılışım bu... Ama insan bekliyor işte... 

Bir tek Adnan Şenses, gerisi vefasız... Telefon açtı Adnan Şenses, “Bunları yaşamak kolay değil. Belki sıkıntıdasındır. Bankada 200 bin liram var. Hepsi senindir. Bir daha söyletme, ne zaman istersen çek o parayı” dedi... Böyle bir adamdır işte Adnan Şenses. Diğerlerini hiç sorma bana...

Tatlıses’i ağlatan olay ne?

Bizim gömlekçinin olduğu binayı terapi merkezi yapmaya karar verdim. Fizik tedavi görecek hastaların terapisi yapılacak. Ben de tedavime orada devam edeceğim. İhtiyacı olanlara da yardım edeceğiz, bedava tedavi edeceğiz... Tedavim sürecinde ne hastalarla karşılaştım bilseniz. GATA’da bir teyzeyi gördüm, oğlunun iki bacağı yok. Beni gördü, “Her gün sizin için dua ediyorum” dedi. Düşünün, oğlunun bacakları yok bacakları! Ama benim için dua ediyor. Böyle bir şey nasıl olabilir? (Hüngür hüngür ağlıyor) Beni ayağa kaldıran bu sevgidir. İşte ben o insanlara borcumu ödeyeceğim bu terapi merkezinde..

Burası da benim evim orası da...

Evden ayrıldığımı söylüyorlar. Yahu burası da benim evim (ofisinin üstünü söylüyor), karımın yanı da... Bazen orada kalıyorum, bazen burada. Ayrılık falan yok. İşte kendin gördün, dün akşam senin yanından kalktım, eve Fenerbahçe’nin kupa maçını izlemeye gittim. Gazeteler yazıyor, ben Twitter’dan düzeltiyorum ne yapayım...

Sevgililer Günü’nde bebeğimiz doğacak

Ayşegül Hanım hamileliğinin 6’ncı ayında. Şubat ortasında doğum yapacak. Tam tarih bile belli. 13 Şubat’ı 14 Şubat’a bağlayan gece doğum yapacak. Sevgililer Günü çocuğumuz olacak yani... Henüz daha isim bulmadık kıza... Buluruz herhalde, daha zaman var...

Başbakan, “Muhteşem Yüzyıl”da haklı

Tedavi süresince dizi uzmanı oldum, neredeyse bütün dizileri izledim. Halen de izliyorum. Beğenmediklerimi yazıyorum Twitter’a. Sonuçta bir yönetmenim ve o gözle bakıp hataları görüyorum. 

“Muhteşem Yüzyıl” konusunda ise Başbakan’ın çıkışını haklı buluyorum. 150 milyon kişi o diziyi izliyor diyorlar. 150 milyon kişiye bizim tarihimizi böyle anlatmak doğru değil. Dizilerde kurgu olur tabii ama sadece Kanuni’nin aşk hayatını anlatmak da tarihe saygısızlık.

Ben bir lokomotifim. Geçmeye çalışan vagonlar nerede

Treni lokomotif çeker, o lokomotif olmazsa vagonlar neye yarar? İbrahim Tatlıses müzikte lokomotiftir. Ben piyasadayken beni geçmeye çalışan, benimle yarıştığını zanneden vagonlar nerede şimdi? Buyurun İbo iki yıldır yok piyasada. Ne yaptınız? Ne kadar yol aldınız? Şimdi lokomotif geri dönecek. Albümde son aşamaya geldik. Bir tek okumalar kaldı. İki yıldır şarkı söylemiyorum, sahneye çıkmıyorum. Haliyle bir ses tembelliği var. Şimdi o tembelliği atıyoruz, provalar yapıp çalışıyorum. Kayda girdik mi, gerisi gelecek...

Oğlum bu nasıl okul?

Sohbetimiz sırasında Tatlıses’in oğlu İdo geldi yanımızda. Amerika’dan birkaç gün önce dönmüş. Geldi, hemen babasının eline sarılıp öptü. İdo’yla birlikte gelen arkadaşı da aynı şekilde... Babasına son model tablet bilgisayarlardan birini getirmiş, Twitter’a girmeyi öğretmiş. Artık İbo kendisi yazıyor twit’lerini... Oğlunun arkadaşının getirdiği baklavaları yedik. “Bizim Tatlıses lokumları daha iyi” deyince, masaya Tatlıses Kebap’ta satılmaya başlayan tatlılar geldi. 

İdo’nun saçlar uzamış, sol kolunda “Derya” ve “İbrahim” yazan dövmeleri dikkat çekiyor. “İyi ki Amerika’ya gitmişim diyor musun?” diye sordum, “Kesinlikle. Müzikle ilgili bakışın değişiyor. Burada yerel tınılara hakimsin, oraya gittiğinde bambaşka tınıları görüyorsun” dedi. 

İbrahim Tatlıses, “Benim orkestramda yer alacak artık İdo. Benimle sahneye çıkacak” diye ekledi. Masadan kalkarken yine babasının elini öptü İdo. “Bir isteğin var mı” dedi. “Sağ olasın. Ne zaman dönüyorsun Amerika’ya?” diye sordu İbo. “Ocak ortasında” yanıtını alınca, “Hay ben öyle okulun” diye bir küfür savurdu İbo. 

“Oğlum bu nasıl okul? Bizim buradakilerde hiç o kadar tatil yok. Öğrenci olmak varmış!” dedi. Gülüştüler, sarılıp ayrıldılar...