İbrahim Karamemet

İbrahim Karamemet

VALİLERİMİZ , Hülooooo!

Geçen gün İstanbul valimiz Parkı açıp, dört saat sonra da kapadıktan sonra makamından televizyona çıkıp çok tarihi, bir o kadar da talihsiz bir demeç verdi. 
Üzerine makale değil, kitap yazılır. Haydi malzeme çıktı, şunu yazayım demeye kalmadı, bir saat içinde bu demeç tarih oldu. Büyük talihsizlik. 
 
Talihsizlik daha işin başında ortaya çıktı. İstanbul valimiz maşallah boylu poslu cok yakışıklı. Bundan evelki valimiz pek öyle değildi. Ama ne çare ki ışık altında yüzü parlıyordu. Bu yüz parlaması televizyonun baş belasıdır. Ama çaresi vardır, hemen biraz ten rengine uygun pudra sürersiniz parlaklık emilir. 
 
TV ve film çekimlerinde sırf bu iş için bir görevli vardır. Ter başladıkça, yüz parladıkça bu görevli gözle kaş arasında bir lahzada yüze bir perdah çeker, sorun halledilir. Ama talihsizliğe bakın ki, ne pudracı vardı, ne de bir tutam pudra.  Anlaşılan bu demeç işi aceleye gelmişti, Hangi televizyonsa işi pek bilmiyormuş, acemiymiş. İşin aceleye geldiği demeçten de belliydi. Valimizin söylediklerinde bir mantık silsilesi bulmak gayri mümkündü. Hele hukuk açısından bakıldığında söyledikleri bir faciaydı. Bunun valimiz de farkına varmış olmalıydı ki, bir ara siz bu çelişkilere bakmayın der gibisine, ben Hukuk mezunuyum, hem de İstanbul Hukuk demek gereğini duydu. Güler misin, ağlar mısın?..
 
Daha acıklısı da, valimiz o demecinde ne dediyse  tam bir saat sonra tarihe gömüldü. Bu nasıl iştir. Parkta asla toplanmaya izin vermeyeceğim, dedi. Parkta durulmaz, oturulmaz dedi, Parka giden sakın durmasın uygun adım bir ucundan öbür ucuna yürüsün, hırsız gibi sessizce geçsin gitsin demeye getirdi. Bir de tehdit, yoksa parkı açmam haaaa!…. Yav Sayın Valimiz, Allah aşkına lütfen biraz haddinizi bilin. O park İstanbul halkının parkı, senin mülkün değil. Ayrıca tapusu bile Belediyenin. O tapu da vekaleten belediyede. Ne olur olmaz diye de tapunun altında da kapı gibi şerh var.  Halka açık kullanılmak üzere diye. Sen ne karışıyorsun o parka. Sen kendi işine bak, o parkta ne yapılaçağına ancak biz İstanbullular karar veririz. Belediye bile değil. Tapu bir formalite icabı belediyenin üzerinde. Belediyenin ise  bizim isteklerimiz yönünde hareket 
etmesi de olmazsa olmaz şarttır. Yoksa o Belediye kimdeyse hesabını da biz sorarız, bedelini ağır öder. Sen kendi işine bak, mülkî işlerle uğraş. Önce şu polisine bir çeki düzen ver. Düşman ordusu gibi İstanbul’u işgal etmiş adeta. 
 
Ortada polis yokken hiçbir olay olmuyor. Park ve bahçeler senin işin değil. Bir hukuk mezunu olarak bunu biliyor olman gerek?..Vali bey bu demeci Verdi. Bir saat zonra her dediğinin tam tersi uygulandı. Bu emir nereden geldi. Koskoca İstanbul’un, Türkiye’nin dörtte bir nüfusunun  valisini kim yok sayıp, bir saat içinde elinin tersiyle itti çok merak ediyorum. Bunun üzerine vali ne yapacak daha çok merak ediyorum. Polis değil Taksim Gezi’den Beyoğlu’ndan çekildi. Taksim meydanında her zamanki gibi bir bölük polis, iki toma kaldı. Abidenin karşısında su deposunun dibinde yatıyorlar artık. Bunlar yıllardır orada. Aslında olmasa inanın Taksim ve Beyoğlu çok daha huzurlu olur. Nitekim öyle de oldu. Polis gittikten sonra sabahın ilk ışıkları ile Taksim’e gidip ışıkla çizerek (fotoğraf çekerek) Taksim’i ve Gezi Parkını belgeledim. İnanın içime huzur doldu. Belediye Park ve Bahçeler Müdürlüğünü de kutlarım, çok güzel düzenlemişler parkı. Tek eksiği var özellikle mağazaların yıkılarak eklendiği Bulvara bakan  ve çok doğru olarak çimden bir yamaç olarak yeni düzenlenen bölümden güzel bir peyzajla  bir iki giriş istiyor. Bir de özellikle o yamaç sıra sıra heykel istiyor. Bulvara bakan o yamaç sanki ben bir heykel galerisiyim der gibi haykırıyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde heykelsiz park yoktur. 
 
Gezi parkında da bir zamanlar heykeller vardı. Kadıköy Altıyolda’ki boğa heykeli Taksim Gezi parkındaydı. Bir de cok güzel bir bronz geyik heykeli vardı. Önünde dört yaşında benim ablamla kısa pantolonlu fotoğrafım var. Resimde de görüleceği üzere heykelin vücut duruşuna uygun olarak ağaçların arasından sanki ormandan canlı çıkmış gibi çok güzel yerleştirilmişti. Sene 1948. Evet o geyik heykelinin önündeki çocuk benim. Geyik heykeli yok oldu gitti. Kırk yıl önce bir ara basın üzerine düşmüştü, bütün depolar arandı ama, bulunamadı. Boğa heykeli bir yerden çıktı. Ortaya çıktı ki, bulunmasaydı az daha hurdaya gidecekmiş. Geyik heykeli o kadar şanlı değilmiş demek ki. Boğa heykeline allahtan Kadıköy sahip çıktı. Yoksa o da yok olup gidecekti. Bir de arslan vardı bronz. O kadar görkemliydi ki, geçerken ürker etrafını uzaktan dolaşırdık teyzeoğlu ile. Ne olduğu tamamen meşkuk. Aslanın geyiğin, boğanın ne olduğunu dört yaşındaki çocuk olarak orda görmüştüm ben. Aslan heykelinin üstünde de teyzeoğlunun üç yaşında bir resmi var. Onu da koyacaktım ama, kendisi Bodrumda yaşıyor, tarama aleti olmadığı için yazıya yetiştiremedi. Belki başkaları da vardı ama, hatırlayabildiklerim bunlar. Şimdi sanat anlayışı değişti tabii ki.. Birebir gerçekçi heykeller biraz naïf kalır. Ama olsun da naturalist heykeller olsun razıyım ama, gerçek heykel olsun. Başbakan ucube falan derse de aldırmayın, o yamacı bir açıkhava heykel galerisine dönüştürelim, biz İstanbullular neyin ucube olduğunu, neyin olmadığını iyi biliriz. Başbakan da haddini bilsin, artık bu işlere karışmasın!..
 
İstanbul valimiz de gönül rahatlıyla istifasını bassın, hiç değilse bir nebze vicdanını rahatlatır. Hem zaten valimiz gidici gibi. Türbanlıya saldırı görüntüsü yok falan dedi dün. Bence valiye yol göründü. Bari bir kere olsun önden davransın da hiç değilse adı tarihe kâğıt üzerinde olsun istifa etti diye geçsin.   Hiç merak etmesin işsiz kalmaz. Bu yakışıklılıkla anında bir musluk firmasının aç-kapa reklamında oynar. Hem de iyi bir ücret karşılığında. Aç–kapa uzmanlık alanı. Üstelik reklam çekimleri çok profosyonel yapılır, pudrayı falan unutmazlar. Sonra çok rahat bir ticari temsilcilik falan da alabilir. Mesela biber gazı satıcılığı gibi. O da bildiği işlerden. Vallahi valilikten kat be kat fazlasını kazanır. Gelelim Eskişehir valisine. O da bizim valimiz. Malesef öyle. Öyle ama, yani tüy dikti. Öyle bir şey söyledi ki, akıllara durgunluk verir. Şeytanın bile aklına gelmez. Pardon bile yanlış oldu. Doğal olarak gelmez. O kadar basit bir anoloji ki, sormadan edemeyeğim. Sayın valim, siz hangi fakülteden mezunsunuz, bir bilelim de çocuğumuzu çoluğumuzu o fakültelere göndermeyelim. Sanmıyorum ama ola ki, bilmeyen varsa hatırlatalım. Sağyın vali, Eskişehir şehidimizle ilgili olarak, “o gencin kendi yandaşları, suçu polis ve devlete atmak, provokasyon yaratmak için o çocoğu kasten öldürmüşlerdir3, demiş. E pes yani.. Tanrı hepimizin aklını korusun. Buna ne denir inanın bilemiyorum. Vali bey siz tanrıya inanır mısın. Dininiz var mı? Varsa müslüman mısınız? Sizin gibiler böyle mi düşünür?.

Ramazan ayındayız haberiniz var mı?.. Ramazan kur’anın indiği 
aydır. Siz kuran okudunuz mu? Hadi bunları bir kenara bırakalım bir nebze vicdanınız var mı? Yüz kızarması diye bir kavramdan haberiniz var mı, çok merak ediyorum. Allah’a inanır mısınız, inanın çok merak ediyorum. Yalnız ben değil, bütün Türkiye merak ediyordur eminim.  Ama hepsinden çok siz hangi fakülteden mezunsunuz onu merak ediyorum. Lütfen açıklayın.
 
Behey Hatay valisi, ondokuz yaşında gencecik bir evladımız öldü. Bu Hatay’ın ikinci şehidi. Işıklar içinde yatsınlar. Dün muhteşem bir cenaze töreni yapıldı Hatay’da. Sen neredeydin?.. Operasyon yönlendirme odasındaydın herhalde. Bir de demeç verseydin. Bak ağabeyin İstanbul valisi, kardeşin Eskişehir valisi öyle yaptılar. Hangi dinde, üstelik kutsal bir ayda, dini geçtim hangi vicdanda, hangi insanlık anlayışında bir ölünün ardından yapılan anmaya hoyrat bir şekilde, vandallığın tavan yaptığı bir düzeyde tomayla, akreple, biber gazıyla, plastic mermiyle selam bozulur. İşte dün de polis vahşeti sonucu bir çocuğumuz daha kafasından yaralandı. Beyin kanaması, komada. Yaşam mücadelesi veriyor. Allah saklasın. Bunlar ana kuzusu vali effendi, Türkiye’nin geleceği. Öyle pazardan alınmıyor, armut, patates falan değil. Doymadınız mı kana cana. Şu mübarek ayda Allah aşkına bir örnek ver. Bir neden göster. Göster de hani dediğine inanmasak bile, bari adamın kendince bir nedeni varmış falan diyebilelim. El insaf yahu. Sizler ne biçim dindarsınız, ne biçim müslümansınız?. Ne biçim insanlarsınız?.. Tanrım aklımızı koru. Başka bir şeyimiz kalmadı zaten.Utanın, insanlığınızdan utanın, valiliğinizden değil. O bizim utancımız. Sizin gibileri yetiştirmiş bir toplum olmanın utancı. Biz bunu onarırız. Gençlerimiz canları pahasına buna soyundular. Onarıyorlar. Daha da onaracaklar. Biz de bütün varlığımızla, en kutsal değerlerimizle arkalarındayız. Ama sizzler kendilerinizi nasıl onaracaksınız. Hele gerçekten inanmışsanız, öte tarafta ne yapacaksınız, ne diyeceksiniz?..
 
 
 
Son sözüm, Başbakana. Bugün, Birçok gazete “Bir Tabut, Üç Ana” manşetiyle yayınlandı. Analar sacayağı olmuş dimdik ayakta. Ortam o kadar duygusaldı ki, ister istemez ağladılar. Kim dayanabilir ki.. Ama kimse kendini yerden yere atmadı. Oysa kimbilir içlerinde ne fırtınalar kopuyor. Anaları bilemem ama, ben televizyon başında hüngür hüngür ağladım. Allahtan tek başımaydım. Kendimi tutamadım ağladım. Eminim ağlamasa bile bir nebze olsun duygulanmayan yoktur. Başbakan üç çocuk diye tutturdun. Yani ölenlerin yerine kalanlar istepne olsun diye mi üç çocukta ısrar ediyorsun.Başbakan, hani ANALAR AĞLAMASIN dı. Unuttun mu?..Yoksa, falanca analar ağlamasın, filancalar ağlasa da olur, boşver mi?..Dahası yoksa, o sözü sırf kâfiye tutsun diye mi söylemiştiniz?..
 
Anaları siz ağlatıyorsunuz, bilmem farkında mısınız!...
 
Hep beraber, canlı olarak, Hülooooooo…


 

Önceki ve Sonraki Yazılar