TÜSİAD'dan Şok Uyarı!

TÜSİAD'dan Şok Uyarı!

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nin (TÜSİAD) 44'üncü Olağan Genel Kurulu Swissotel'de gerçekleştirildi.

 Toplantının açılışında konuşan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Yılmaz, "Çözüm süreci ile ilgili tartışmaları, bölgesel sarsıntıları, Gezi olaylarını, yeni anayasa çalışmalarının sonuçsuz kalmasını, hala süren, yolsuzluk ve hukuksuzluk iddialarıyla çerçevelenmiş siyasi depremi düşündüğümüzde, 2013'ün ağır gündemini ve yüklü miktarda sorunu yeni yıla devrettiğini söyleyebiliriz" diye konuştu.

2014 yılındaki yerel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimi ile 2015'deki genel seçimlere işaret eden Yılmaz, "Bütün bu seçimlerin Cumhuriyet'in yüzüncü yılına doğru AB üyeliği, çözüm süreci, yeni anayasa gibi konuları sonuçlandırarak Türkiye'nin geleceğine şekil verecek siyasi kadroları belirleyeceğini de unutmamak gerekir" dedi.

"HSYK'YI DÜZENLEYEN YENİ KANUN TEKLİFİNDEN BÜYÜK RAHATSIZLIK DUYUYORUZ"

Yılmaz, ekonomik ve stratejik olarak, dünyanın yeni çerçevesinin çizildiği bir ortamda, Türkiye'nin kendisini tüketen, şiddetli, yıkıcı ve kazananı olmayacak bir kavgayla, enerjisini harcadığını dile getirerek, şunları söyledi: "Gözleri kör eden bu kavganın temelinde, hukuk devleti, güçler ayrımı, temiz siyaset gibi vazgeçilmez demokratik kavramlar konusundaki zaaflarımızın yattığı açıkken, bu meseleye sistemi, kurumları alt üst ederek çözüm bulmaya çalışmanın doğru olmadığını düşünüyoruz. Diğer yandan, devletin güvenlikle ilgili kurumlarında yaşananlardan sonra, bu kurumların daha önce nasıl işlediğini, bundan böyle nasıl işleyeceğini, sorgulamadan da edemiyoruz. Emniyet güçleri ve yargı içerisinde varlığı ortaya çıkan gruplaşmaları ve bu gruplaşmaların örgütlü niteliğini, devletin kurumsallığı açısından kabul edilemez buluyoruz. Siyaset dışı örgütlenmelerin, devlet kurumları aracılığıyla siyaseti etkilemeye çalışması, hepimizi tedirgin ediyor. Birbiri ardına hazırlanan bir takım kanunlar, bizi tereddüte düşürüyor. İnternette özgürlük sınırlarını düzenleyen kanun tasarısının, iletişim özgürlüğü üzerine, kara bir bulut gibi çökeceği görüşü hayli yaygın. Torba Tasarı, internette sansür uygulamalarını artıracak nitelikte bir düzenlemeye doğru yöneliyor. Bilgi toplumu olma hedefiyle, hoşumuza gitmeyen her alanı ani yasaklarla kısıtlamak anlayışı birlikte var olamaz. Bu düzenleme hazırlığının bir an önce, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin tanımladığı, ifade özgürlüğü kriterlerini içeren, AB standartlarında bir yapıyla değiştirilmesi gerektiğine kuvvetle inanıyoruz. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'nu düzenleyen yeni kanun teklifinden de, büyük rahatsızlık duyuyoruz. Hem 1982 Anayasası'na ilişkin, hem de 2010 Anayasa değişikliğinde sakıncalarına işaret ettiğimiz, HSYK modelini bugün bir kez daha değiştiren gündemdeki kanun teklifi, son günlerde izlediğimiz çatışmayı, yürütmenin yargı üzerindeki etkisini biraz daha artırarak aşmaya çalışmaktadır. Böylelikle, kanun teklifi, bağımsızlığı zaten tartışmalı olan HSYK yapısına, yeni sorunlar ilave etmektedir."

'TÜRKİYE HANGİ DÜNYAYA AİT' SORUSUNU KABUL EDEBİLİR MİSİNİZ?

Çözümün, yargı bağımsızlığı veya tarafsızlığını gerçekten sağlayacak ve Kopenhag kriterlerine uygun bir anayasal reformda yattığını vurgulayan Muharrem Yılmaz,, "Bu iki örnek tek başına yeterli olabilecekken, bunların üzerine bir de, ülkenin Başbakanı dahil tüm vatandaşlarının mahremiyetlerinin kolayca ihlal edilebildiğini, insanların keyfi suçlamalara maruz kalabilecekleri, adil yargılanma hakkından kolayca mahrum edilebilecekleri inancının yerleşik hale geldiğini, Türkiye'nin ağır yolsuzluk iddialarının üstesinden hukuk yoluyla gelemeyen bir ülke olarak anılmaya başlandığını ekleyiniz, düşününüz. Böyle bir algının, böyle bir tablonun, dostlarımızın ve Türkiye ile ilgilenen yatırımcıların zihninde, 'Türkiye hangi dünyaya ait' tarzında bir soru oluşturmasını sizler kabul edebilir misiniz? Bu algıyla birlikte, Türkiye'nin kalkınması, dünya sisteminde prestijli bir ülke olması için sarf ettiğimiz tüm gayretler boşa çıkmış olmayacak mı?" diye konuştu.

"SIKINTI, ERKLER ARASINDA BİR ÇATIŞMA VE ÇEKİŞMEYE DÖNÜŞMÜŞ DURUMDA"

Yılmaz, bugün demokrasi ve hukuk devleti yolundaki eksik adımların sıkıntısının yaşandığını söyleyerek, "Sıkıntı, erkler arasında önemli bir çatışma ve çekişmeye dönüşmüş durumda. Bu çekişmeyi erklerin birbirleri üzerindeki etkilerini artırarak çözemeyiz. Böyle bir anlayış, bizi yeni sorunlara götürecektir. Gerçek bir hukuk devleti yolunda çözümün, konjonktürel ve tepkisel adımlarda değil, çağdaş, evrensel kabul görmüş normlarda, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını, gerçekten sağlayacak bir anayasal reformda olduğu çağrısını tekrarlamak istiyorum. Hukukun üstünlüğüne riayet edilmeyen, yargı mekanizması AB normlarında çalışmayan, düzenleyici kurumlarının bağımsızlığına gölge düşen, vergi cezaları veya başka tür cezalarla şirketler üzerinde baskı kurulan, ihale yasası onlarca kez değiştirilen böyle bir ülkeye yabancı sermayenin gelmesi mümkün değildir" dedi.

"TOPLUMDAKİ 'BİZ' DUYGUSU ZEDELENİR, PARÇALANIR"

Refah düzeyi düşmeye başlayan bir toplumda, sorunların soğukkanlı bir şekilde çözülmesi ihtimalinin de her geçen gün zayıflayacağını kaydeden Yılmaz, "Devlet ile toplum arasında veya toplumsal katmanların kendi aralarında mutabakat sağlayabilecek ortak paydaları üretmek, giderek zorlaşır, çatışmalar artar. Farklı ton ve dozlarda da olsa, yaşanmakta olan siyasal, toplumsal ve kültürel kutuplaşmalar, 

giderek hepimizin aklını ve gönlünü esir alır ve toplumdaki 'biz' duygusu zedelenir, parçalanır. Tüm bu toplumsal sorunları aşabilmemizin yolu, kısa dönemde siyasi mutabakattan, orta ve uzun dönemde ise toplumsal zihniyet değişimiyle birlikte, yeni bir toplumsal mutabakat tesis etmekten geçiyor" diye konuştu.

Muharrem Yılmaz, TÜSİAD olarak, Cumhuriyet'in kuruluş harcında bulunan değerleri, bugünün şartlarında hayata geçirmek, Batı uygarlığı içinde yer alarak, Türkiye'nin refahını artırmak, hak ve özgürlükleri hukuk devletince koruma altına alınmış eşit vatandaşlardan oluşan, huzurlu ve bütünleşmiş bir toplum olmak arzusunda olduklarını kaydederek, "Ülkemizin, 'ama'sız, şerhsiz, istisnasız işleyen ve batı standartlarını esas alan, demokratik kurallara göre yönetilmesini istiyoruz, bekliyoruz. Ekonomimizin, eşitlikçi ve kapsayıcı biçimde, bölgesel kalkınmışlık farklarını azaltacak şekilde, nitelikli işler ve yatırımlarla büyümesini, bu sürecin eğitim kalitesi ve artan inovasyon kapasitesi ile desteklenmesini, bağımsız düzenleyici kurumların denetlediği piyasalarda, hukuk güvenliğinin ve şeffaflık ilkelerinin gözetilmesini istiyoruz. Dış politikamızın, duygusallıktan uzak, dünya gerçeklerini dikkate alan bir zemine oturması gerektiğini düşünüyoruz" dedi. 

"OYSA BAŞKA TÜRLÜSÜ DE MÜMKÜN"

Yılmaz, sözlerine şöyle devam etti: "Geçenlerde yaptığı bir konuşmada, Sayın Başbakan'ın da Cumhuriyet'in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e atıfta bulunarak çizdiği tablonun geçerliliğine yürekten inanıyoruz. Sayın Başbakan'ın kendi ifadesiyle, 'Devletlerin ilişkileri, intikam, nefret, öfke hissiyle yürümez. İşte bunu en iyi bilenlerden bir tanesi de, Gazi Mustafa Kemal'di. Batılı devletleri en iyi tanıyan, Mustafa Kemal, 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'i ilan ettikten sonra, işte bütün bu devletlerle, barışa, dostluğa, işbirliğine dayalı bir süreci başlattı. Onlara kin tutmadı, intikam hissiyle yaklaşmadı'. İki büyük savaştan çıktıktan sonra, Atatürk, komşularına ve batı dünyasına bu şekilde bakabiliyorsa, bugün bizler bu anlayış ve tutuma çok daha yakın olmalıyız. Çağın gereklerine, günün şartlarına göre, yeniden şekillendirilse bile, burada temel ilkenin çatışma zemininden uzak, komşularla barışık, batı dünyası ile bütünleşmiş, dengeli bir dış politika benimsemek olduğunu vurgulamak istiyoruz. Toplumumuzda, bu doğrultularda düşünenlerin, çoğunlukta olduğunu da görüyoruz, buna inanıyoruz. Ancak bu temel hedefler, gündelik politikanın diline çatışmacı ve ayrıştırıcı bir biçimde tercüme edilince, gerçekte var olan güçlü mutabakat noktalarımız, gözden kaçıyor. Oysa başka türlüsü de mümkün. Bunun için, sadece siyaset sahnesinin değil, tüm toplumun demokratikleşmesi, sisteme ve adalete güveni tesis edecek adımların atılması, hoşgörünün genişletilmesi, gündelik hayata ve dile sinmiş nefret söylemlerinin reddedilmesi, kadının gündelik hayattaki rolünün genişletilmesi gerekiyor. Bu ilkelerin üzerinde yükselen bir toplumsal dönüşümü başlatmak mecburiyetindeyiz."

"BİR ZİHNİYET DEĞİŞİMİNE KAPI AÇILMALI"

Siyaseti, hukuku, eğitimi yeniden yapılandırarak bir zihniyet değişimine kapı açılması ve bu kapıyı sürekli açık tutacak yeni bir anayasa hazırlanması gerektiğine dikkat çeken Muharrem Yılmaz, "Endişelerimizi destekleyecek ne kadar olgu varsa, umudumuzu muhafaza edebilmek için de bir o kadar gerekçemiz var. Geleceğin Türkiye'sini dünyaya açık, demokratik ve özgürlükçü değerleri benimsemiş, katılımcı demokrasiyi özümsemiş bireylerin kuracağına inanıyoruz. Yeni nesillerin, bu değerleri büyük ölçüde benimsediğini, başta Gezi Parkı süreci olmak üzere, birçok vesile ile görme fırsatını elde ettik. Yapılan eleştiriler, ortaya konan talepler, bu gelişim çizgisinin görmezden gelinerek veya yasaklanarak, durdurulamayacağını bize kuvvetle göstermektedir. Türkiye'nin AB üyeliği hedefini paylaşan herkesin, bu bakış açısını teyit edeceği kanaatindeyiz. Aramızdaki tüm sorunlara, Türkiye'ye gösterilen tüm samimiyetsiz yaklaşımlara, hükümetin süreci uzun sure boşlamasına rağmen, AB üyeliğine verilen yüksek düzeydeki desteğin, bize çok net bir mesaj verdiği kanısındayım" diye konuştu.

Yılmaz,Türkiye'de her gün biraz daha gelişen sivil toplumun ve kamu vicdanının önemli bir denge unsuru olduğuna inandıklarını belirterek, "Toplum, gelişen iletişim teknolojilerinin ve çeşitlenen mecraların da yardımıyla, kendini daha iyi ifade etme imkanına kavuşmuş durumdadır" dedi.

ÖNCELİKLİ 10 ALAN

Türkiye'nin gündeminde olması gereken, 10 öncelikli alanı ve bu alandaki beklentilerin neler olduğunu da paylaşan Yılmaz, "Siz bunu 'Nasıl bir Türkiye hayal ediyoruz" diye de dinleyebilirsiniz. Mevcut siyasi dalgalanmanın ve 2014 yılında gerçekleştirilecek seçimlerin muhtemel ekonomik etkilerini bertaraf ederek, yeniden yüksek büyüme patikasına dönülmesi, yargı bağımsızlığı tartışmasının Kopenhag siyasi kriterleri çerçevesinde çözülmesi, Türkiye'yi terör ve şiddet ortamından kalıcı bir şekilde arındıracak olan çözüm sürecinde şeffaf, kararlı ve somut adımlar atılması, AB müzakere fasıllarında, başta 'yargı ve adalet sistemi' ile ilgili olan 23. ve 24. başlıklar olmak üzere, en az 3-4 yeni başlık açılması, seçim sisteminin, 2015 yılı Genel Seçimlerinde uygulanmak üzere, çağdaş normlar çerçevesinde gözden geçirilmesi ve özellikle yüzde 10 barajının indirilmesi, Merkez Bankası'nın yüzde 5 olan sene sonu enflasyon hedefini yakalaması, rekabet gücünün teknoloji ve inovasyon temelli olarak yükselmeye odaklanılması ve bu yönde destekleyici mevzuatın geliştirilmesi, 21. yüzyıl becerilerini kazandıracak çağdaş normlar ile şekillendirilmiş uzun erimli eğitim politikalarının yürürlüğe konması, internet düzenlemeleri başta olmak üzere, ifade, toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi temel hak ve özgürlüklerin alabildiğince genişletilmesi, itibarı, sürdürülebilirliği ve refahı gözeten bir dış politika anlayışının benimsenmesi. Gördüğünüz gibi, gündemimiz oluşturan bu başlıkların büyük çoğunluğu demokratik standartlarımızın yükseltilmesi anlamına gelmektedir. Bir çoğulcu ve katılımcı demokrasi talebidir" diye konuştu.

"TÜRKİYE'NİN DİNAMOSUYUZ"

Muharrem Yılmaz, sözlerini, "Biz, TÜSİAD olarak, Türk özel sektörü olarak Türkiye'nin dinamosuyuz. Hiçbir kriz, hiçbir güçlük, hiçbir engelleme bu özelliğimizi, bu gücümüzü bizden alamaz" diyerek tamamladı.

Toplantı da konuşan TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Erkut Yücaoğlu ise, 2013'ün zor bir yıl olacağını hissettiklerini aktararak, "Ama böylesine farklı şeyler yaşadığımız bir dönemi hakikaten 
beklemiyorduk" dedi.

4 HASAR DEĞERLENDİRMESİ

2001 yılındaki finansal krizinden günümüze kadar geçen süreyi değerlendiren Yücaoğlu, şunları dile getirdi: "Ne yazık ki, yoğun bir emek ve yatırımla, elbirliğiyle yaratılan bu yükseliş 2013 yılında ciddi bir sarsıntı geçirdi. İnşa ettiğimiz binanın temelleri oynadı. Bir başka deyişle; Türkiye markası, belirgin hatalar sonucunda dört noktada ağır hasar gördü. Birinci hasar dış politikada yaşandı. Bölgede liderlik konumu için iddialı bir söylemi olan Türkiye, reel politik devreye girince bu gelişmelere ayak uyduramadı ve 'komşularla sıfır sorun' diye yola çıktık, şu andasorun olamayan komşumuz neredeyse kalmadı. Bölge ülkeleriyle zaman zaman diplomatik teamüllerin ötesine geçen bir anlaşmazlık içine düşüldü. Bu seçilen politikalar yüzünden dış dünyada ve dış basında Türkiye dikkate değer dozajda eleştirilere muhatap olduk. İkinci hasarı demokrasi ilkesinde yaşadık. Bir ifade özgürlüğü refleksi olan ve barışçıl bir protesto biçiminde başlayan Gezi Parkı olaylarına cevaben verilen aşırı tepki Türkiye'nin yıllar içerisinde adım adım geliştirdiği demokrasi algısını değiştirdi. Üstelik Batı dünyası, yıllardır değişmeyen müttefikinin, yani Türkiye'nin, kendisini ağır bir dille suçladığına da şahit oldu. Maalesef yükselen Türkiye demokrasi alanında sınıfta kalmış, yetersiz bir demokrasi paketi ve yeni anayasa çalışmalarına da son vererek, kurtarma sınavlarını da elinin dışıyla itmiş oldu. Üçüncü hasar, hukuk devleti ilkesinin zedelenmesiyle ortaya çıktı. Bir süredir adil yargılanma süreçlerindeki aksamalar ve uzun tutukluluk süreleri nedeniyle kamuoyu ve toplum vicdani rencide oluyordu. Son olarak bir yolsuzluk ve rüşvet soruşturması yargının ve kolluk gücünün altüst olmasıyla sonuçlandı. Bir tarafta, devlet içinde devlet darbe yapıyor, diğer taraftan yolsuzlukların üzeri örtülüyor iddialarıyla hukuk ve adalet sistemimiz güven bunalımına girdi. Yürütme ve yargını karşılıklı çatışma ve tartışmaları, kuvvetler ayrımı ilkesinin de ağır yara almasına sebep oldu. B tahribat, yabancı sermayenin Türkiye'ye bakışını olumsuz etkiledi. Dördüncü hasar, aslında bir bakıma yukarıdaki gelişmelerin neticesinde oluştu. 17 Aralık sonrasında dövizde meydana gelen ciddi tırmanış dövizle borçlanmış tüm kurumları bir ay içinde yüzde 25-30 civarında borç artışıyla karşı karşıya bıraktı. Konuşmamı yazarken yüzde 20 ile başladım. Her gün takip edince yüzde 30'a geldik. Bu tırmanış, üretim, yatırım, büyüme ve işsizlik gibi konularda 2014'e ilişkin tüm hedef ve beklentileri olumsuz etkileyecek bir seviyeye ulaştı. Enflasyon ve tüm faizler artış sürecine girdi. Kuvvetler ayrılığının, hukuk güvencesinin olmadığı bir ortamda demokrasiden bahsetmek mümkün değil. Öte yandan demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün güçlü desteği olmadan da kurum ve kuralları iyi işlemeyen bir piyasa ekonomisine yöneliyoruz. Ayrıca güven kaybının ekonomiye doğrudan yansıdığını yeterince açık bir biçimde de bugünlerde yaşadığımızı zannediyorum."

2014'TE TÜRKİYE'YE FON AKIŞI AZALACAK GÖRÜŞÜ

Erkut Yücaoğlu, dünya konjonktürüne bakıldığında onun da Türkiye'nin aleyhine işlediğini söyleyerek, "ABD'nin bono alımlarını azaltmasıyla küresel fonların gelişmekte olan ekonomilere akışı tersine döndü. Bu ortamda eminim ki, sizlerde şu anda yatırım projelerinizi revize ediyorsunuz ya da etmelisiniz. Acaba finansman koşulları üzerindeki varsayımlarınızı yenilediniz mi? Türk Lirası, varlıkların ve şirketlerin getirileri kur zararlarını karşılıyor mu? İşte bu suallerin cevabı aslında yabancı sermayenin de 'bekle-gör' politikasına dönüşünün nedenidir" dedi. Yücaoğlu, bütün iç ve dış otoritelerin 2014'te Türkiye'ye fon akışlarının azalacağı yönünde görüş bildirdiğini de aktardı.

İNTERNETİN KISITLANMASI

İnternet kısıtlamalarına ilişkin tasarıya da değinen Yücaoğlu, "Bütün dünyada, özellikle gençlerin en önemli eğitim ve araştırma kaynağı internet olmuşken, bu kısıtlayıcı kararlar ile internet üzerinden ifade ve düşünce özgürlüğü en çok kısıtlanmış 5-10 ülke arasına girme ihtimalimiz kabul edilmez bir olgudur. Meclisimizin temel hak ve özgürlüklere uygun bir düzenleme yapmasını temenni ediyoruz" diye konuştu.

"EN UFAK BİR GÖLGE BİZİ BAŞKA BİR LİGE GÖTÜRÜR"

Erkut Yücaoğlu, olumsuz tablonun orta ve uzun vadede aydınlık bir geleceğe evrilmesi konusunda hala çok ümitli olduklarını belirterek, "2014 yılında biz mahalli seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerini yaşayacağız. Bu seçimlerin sağlıklı ve olgun bir biçimde idrak edilmesi demokrasi yolunda ilerlediğimizin en önemli biri olacaktır. Buraya düşecek en ufak bir gölge bizi başka bir lige götürür ve uzun süre başka bir ligde oynamamıza sebep olur" dedi.

İSHAK ALATON: TÜSİAD'LA BARIŞMAYA GELDİM

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) 'nin 44'üncü Olağan Genel Kurulu Swissotel'de gerçekleştirildi. Toplantının açılış konuşmalarının ardından Prof. Dr. Bülent Tanör anısına "Türkiye'nin Demokratikleşme Evreleri" başlıklı özel oturum yapıldı. Oturumun konuşmacılarından Prof. Dr. İlber Ortaylı, "Hukuk herkese lazımdır" sözünün son zamanlarda Türkiye'de çok kullanılan bir söz olduğunu belirterek, "Bu, herkese lazım olan hukuk, biraz büyükannemizin 'İyi çocuk olun' gibisinden tavsiyesine benziyor. Büyükannenin bilgeliğini hiç şüphesiz ki, hepimiz candan tasdik ederiz. Ama mesele ona itaat etmeye gelince işler değişir. Bir müddet evvel Türkiye'nin bütün yargı sistemi, denetim mekanizmaları altüst edildi. buna bir sürü insanlar, sağdan ve soldan alkış tuttular, günlerce bunun ne kadar iyi olduğu söylendi durdu. Bugün aynı şey tersine işliyor. Şikayet edenlerle edilenlerin yeri değişti. Bu işte, bu konudaki bir oturmamışlığı ifade etmektedir" diye konuştu.

"Hukuk, uyulması bir fazilet, bir asalet, bir dini duygu da değildir sadece. Hukuk, doğrudan doğruya karşınızdakinin silahlarına karşı sizin de benzer silaha sahip olmanızdır" diyen Ortaylı, bu nedenle hukukun herkese lazım olan bir unsur olduğunu dile getirdi.

"SEÇİMDE ADALET, İSTİKRAR ADINA FEDA EDİLMEKTEDİR"

Prof. Dr. Zafer Üskül de, "Demokrasi deyince, burada duramazsınız. Yani, 'sandık, sandık, sandık' deyip orada kalamazsınız. Çünkü, demokrasi sandıktan ibaret değildir. Seçim kaçınılmazdır ama seçimden ibaret değildir. Seçim olacaksa, seçeneklerin olması lazım. Seçenekler, siyasi partilerdir. O halde siyasi partilerin hakları, onların hukuk güvenliğini sağlayacak kurallar ve aynı zamanda siyasi partilerin içinde demokratik kuralların yerleşmesi, demokrasinin yerleşmesi bakımından önem taşıyacaktır. Bundan vazgeçemezsiniz. Siyasi partilerin propaganda özgürlüğü olacak, yurttaşın da bilgi edinme, öğrenme hakkı olacak. Siyasi partilerle yurttaş arasındaki bağı büyük ölçüde basın kuracak. Demek ki, basın özgürlüğü olacak. Bunlar varsa, ancak demokrasi söz konusu olabilir. Ama bu da yetmez. Herkes, herhangi bir siyasi partinin önerilerini uygun bulmak zorunda değil. Yurttaşlar, kendileri de siyasete katkıda bulunmak isteyebilirler, görüşlerini ifade etmek isteyebilirler, karşı çıkmak isteyebilirler. O zaman toplantı, örgütlenme, gösteri hakkı mutlak surette demokrasinin olmazsa olmaz koşulları olarak karşımıza çıkar" dedi.

"AKILLI SİYASETÇİ BUNDAN DERS, ÖNLEM ALIR"

Seçimlerdeki yüzde 10 barajına da değinen Üskül, "Yüzde 10 barajı Türkiye'de istikrarı sağlama amacına yönelik olmaktan çıkmıştır. 

Daha güçlü iktidarı sağlama amacı yönünde kullanılır bir hale gelmiştir. Demek ki, seçimde adalet, istikrar adına feda edilmektedir. Seçim adaleti mutlak suretle sağlanmalıdır" diye konuştu.

Üskül, Türkiye'de bir takım insanların, ülkeleri için kafa yorduklarını belirterek, "Ülke nereye gidiyor, sorunlar var mı? Bunların çözümü nedir? Bunları değerlendiriyor ve açıklıyorlar. Bu entelektüel bir faaliyettir. Entelektüeller, olumsuz gelişmeler konusunda siyasi iktidarları uyarırlar; 'Türkiye felakete gidiyor', felakete gitmiyor da, 'Kötü gidiyor'. Akıllı siyasetçi bundan ders, önlem alır ve sonuç olarak entelektüel mahcup olur, çünkü onun öngörüleri yerine gelmez. Öngörülerimin yanlış çıkması umuduyla ve pişman olabilmek umuduyla söylüyorum bunu; demokratikleşmede geldiğimiz noktayı sordunuz bana. Demokratikleşmede geldiğimiz nokta, biçimsel olarak var olan demokrasinin bile yok edilmek üzere olduğu noktadır" dedi.

"TÜSİAD'LA BARIŞMAYA GELDİM"

Ortaylı ve Üskül'ün konuşmalarının ardından, soru sormak için söz alan İshak Alaton kürsüye çıkarak bir konuşma yaptı. Prof. Dr. Bülent Tanör'ü anma kararı alan TÜSİAD yönetimini kutladığını ve Genel Kurul'a davet edildiğinde büyük mutluluk duyduğunu ifade eden Alaton, "Nihayet TÜSİAD epey geç de olsa uyanmaya başladı diye düşündüm. 17 yıl boyunca TÜSİAD'dan uzak durdum, toplantılarına gitmedim, bugün boykotumu noktalamaya karar verdim. TÜSİAD'la barışmaya geldim" dedi.

Alaton, 17 yıl boyunca TÜSİAD'la ilgili içinde yaşadığı fırtınaları aktarmak istediğini dile getiren Alaton, "Tesadüf ki, tam 17 yıl önce, 23 Ocak 1997 günü yine bu salonda Prof. Dr. Bülent Tanör'ün Demokratikleşme Perspektifleri başlık raporunun hazır olduğu bilgi olarak kürsüden verildi. Rapor da nüsha olarak toplantı sonunda üyelere dağıtılmak üzere dışarıda bekletiliyordu. Ben heyecan içindeyim. Çünkü 6 ay boyunca bu raporu hazırladık" diye konuştu.

ÜYELER, "ALATON" DEDİ

Bu sırada, Genel Kurul'un Divan Başkanı Hüsnü Özyeğin, Alaton'un sözünü keserek, kendisine soru sormak için söz verdiğini ancak onun konuşma yaptığını söyledi. Bunun üzerine Alaton da "Bunu reddederim. Çünkü Bülent Tanör'ü anmak için iki profesörü davet ettiniz. Ben de aradan 17 yıl geçtikten sonra sizlerle tekrar beraber olduğum için kusura bakmayın bana bu zamanı tanıyın" karşılığını verdi. Hüsnü Özyeğin, bunun üzerine, İshak Alaton'un konuşmasına kaldığı yerden devam edip etmemesini ve konuşmasını toplantının sonundaki dilek ve temenniler bölümünde yapıp yapmamasını TÜSİAD üyelerinin oylamasına sundu. Yapılan oylamada üyeler, Alaton'un konuşmasına devam etmesi yönünde görüş bildirince İshak Alaton yeniden kürsüye çıktı.

"RAPORA İTİRAZ EDENLERİN HİÇBİRİ RAPORU OKUMAMIŞTI"

İshak Alaton, 1997 yılında söz konusu raporun TÜSİAD tarafından reddedildiğini söyleyerek, "TÜSİAD tarihinde ilk defa yönetim kurulunun ibra edilmediği utancını yaşadım. Şöyle oldu 1997'deki sahne; önce bir iki müspet katkı oldu rapor ilan edilince. Sedat Aloğlu ve Cüneyt Zapsu'yu hatırlıyorum. Hatta Sakıp Sabancı da müspet konuştu. Sonra birden hava değişti. Çoğunlukla yaşlı kuşak arka arkaya rapor aleyhinde konuştu. Eleştiri dozu her yeni söz alanda gittikçe yükseldi ve son söz alanlar raporu sipariş eden yönetim kurulunu düpedüz suçladı. 'Bizim demokrasi arayışıyla işimiz yok' dediler, 'Bizim işimiz para kazanmak' demeye getirdiler. Yönetim kurulu iyice bunaldı, ağır toplar iyice bastırdı. 'Rapor dağıtılmadan reddedilsin' teklifi geldi, teklif kabul edildi ve rapor dağıtılmadan arşive kaldırıldı. Rapora itiraz edenlerin hiçbiri raporu okumamıştı. Sadece başlığına bakarak reddedilmesini istediler ve başardılar. TÜSİAD tarihinde ilk ve tek defa ibra edilmeme utancını o gün yaşadık ve bugün bu utancı yaşamaya devam ediyorum" dedi.

"UMUDUMU YİTİRMEDİM, SABIRLA BEKLEDİM"

Söz konusu olayın 23 Ocak 1997 günü yaşandığını, olaydan sonraki gün gazetelerde "TÜSİAD demokrasi istemiyor" haberinin yer aldığını anlatan Alaton, "Aradan sadece 36 gün geçtikten sonra 28 Şubat 1997'de askerin darbesi geldi. Şimdi sizlere soruyorum; Genelkurmay bu darbe adımını kaleme alırken TÜSİAD'ın bir ay önce yaktığı yeşil ışığın bu darbeye katkısı ne kadardır? Bu soru hep aklımda" diye konuştu. Alaton, o günden sonra TÜSİAD'ın umutsuz bir vaka olduğuna inandığını belirterek, "Toplumdan kopmuş, fildişi kulede yaşayan bu insanlarla ben bir arada olamam dedim ve TÜSİAD toplantılarına katılmaktan vazgeçip boykot ettim. Ancak üyelikten istifa etmedim, umudumu yitirmedim, sabırla bekledim. 'Er ya da geç bir gün TÜSİAD uyanacak ve ben o gün mutluluğumu TÜSİAD'da dile getireceğim' diye düşündüm. İşte o gün bugün, TÜSİAD uyandı, demokrasi TÜSİAD'a geldi" diye konuştu.

Alaton, 2010 yılında anayasa değişikliği referandumunda zamanın TÜSİAD yönetiminin iki profesöre anayasa değişikliğinin demokrasiye katkılarını özetleyen bir rapor hazırlattığını aktararak, "Bu raporu genel kuruldaki üyelere detaylarıyla anlattılar. Üyelerden Cem Boyner söz istedi. Yönetim kurulunun gözlerinin içine bakarak 'Bu raporun arkasında duracak mısınız?' diye sordu. Yani daha önceki utancı hatırlattı bizlere. 'Hocalara rapor hazırlatıp demokrasi yanlısı görünmek mi, yoksa samimi olarak demokrasiyi savunmak mı?', bunu sordu Cem Boyner. Şüphe içeren sorusunda haklı olduğu ne yazık ki, 3 gün sonra anlaşıldı. Çünkü 3 gün sonra TÜSİAD Yönetim Kurulu bir basın bülteni yayımlayarak, 'Bu rapor bizleri bağlamaz, raporu yazan iki profesörün şahsi görüşlerini yansıtıyor' dediler. Raporun kabında TÜSİAD logosu varken raporu sahiplenmediler" dedi.

"DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY DEĞİŞİMİN KENDİSİDİR"

Alaton, konuşmasını tamamlayarak, kürsüden inince TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Yılmaz, Alaton'a sarıldı ve söz almak için kürsüye yöneldi. Yılmaz, kürsüye yöneldiği sırada Alaton'a "Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir" diyerek gülümsedi. Yılmaz, kürsüde şunları söyledi: "Genel Kurul konuşmamın içerisinde bu rapor, bu konu vardı. Bir yanlış yapmamak amacıyla inceleme ihtiyacı hissetmiştim. Kurumdan bu raporun kabulüyle ilgili bir sıkıntı olup olmadığını araştırdım. 1997 yılında tüm tartışmalara rağmen bu rapor kabul edilmiştir; kayıtlarda var olan, bana intikal eden bilgi budur. Ayrıca o günden beri, hatta daha geçmişinden beri demokratikleşme meselesi çalışılmaktadır. Aslına bakılırsa, 43 yıl önce TÜSİAD kurulurken ekonomik faaliyetin sürdürülebilirliğinin, çağdaş bir dünyanın üyesi olabilmenin demokratikleşmeye bağlı olduğunu zaten kurucular, o günden beri emek verenler görmüşler ve söylemişlerdi. Onların hazırladığı ortamda da 20 yıldır bu konu çalışıyor. Ayrıca bu raporu daha sonra güncelleyen Sayın Zafer Üskül Hoca da aramızda. Rapor kabul edilmiştir. TÜSİAD rapora her zaman sahip çıkmıştır. Gerekli güncellemeyi de Sayın Hocamız yapmıştır."

"TÜSİAD'I KÜÇÜLTECEK SÖZLER SÖYLEYEMEZSİN"

Muharrem Yılmaz'dan sonra söz alan Mehmet Şuhubi de Alaton'a cevaben, "Bu hadiselerin bizatihi içinde olan bir insan olarak bazı hakikatleri anlatmak isterim. Bülent Tanör ve arkadaşlarına bir anayasa taslağı hazırlanması için bir vazife verildikten sonra hadise Genel Kurul'a geldi. Genel Kurul'da Divan Başkanı Aydın Bolak, ben de onun başkan yardımcısıydım. Aydın Bolak 'Ben bu çalışmayı katiyen ibra etmem' dedi. Bunun üzerine ben de 'Siz başkan olarak bunu bu şekilde söyleyemezsiniz' dedim. Bana çok kızdı. Neden ibra edilmemesi gerektiğini uzun uzun anlattı. Ben söz aldım ve görüşlerimi arz ettim. 'Bu çalışma emek sarf edilmiş bir çalışmadır. Hepimizin ayrı düşünceleri olduğu kabul edilebilir. Benim de farklı görüşlerim olmasına rağmen bu hazırlığı sonuna kadar destekliyorum' dedim. O sırada, merhum olan bir arkadaş 'Bu kabul edilirse ben istifa ederim' dedi. Toplantıdan sonra yönetim kurulunda bir karar alındı; bu anayasa hazırlığının doğru olup olmadığının birkaç profesörle tartışılması istendi. O gün orada bazı tartışmalar devam ederken ortaya ciddi tenkiti mucip bir şey çıkmadı. Ondan sonra da bunun kendiliğinden bir kabul haline geldiği görüşüldü. TÜSİAD, kolay kolay küsülüp vazgeçilecek, oyuncak gibi kullanılacak bir kurum değildir. TÜSİAD'ı küçültecek sözler söyleyemezsin. Ben seni severim ama bu husustaki konuşmalarını da kabul etmem" dedi.

Kaynak:Haber Kaynağı