'TÜRKİYE'NİN ÜYELİK SÜRECİNİ CANLI TUTMAK AB'NİN DE ÇIKARINA'

'TÜRKİYE'NİN ÜYELİK SÜRECİNİ CANLI TUTMAK AB'NİN DE ÇIKARINA'

Türkiye karşıtı söylemin ve şovenizmin İngiliz (ve Batılı) siyasetçilerin söyleminde bu kadar kolay yer bulması ve Türkiye’nin Avrupa’nın şamar oğlanı gibi görülmesi ne acı.

Bu açıdan bakıldığında, milyonlarca İngilizin (ve diğer Avrupalıların) her yıl Türkiye’ye gidip Türkiye’nin misafirperverliğinin keyfini çıkarmaları da oldukça ironik.

Bu kişiler Türkiye’nin sadık bir NATO üyesi olarak 50 yıldan uzun bir süre boyunca Avrupa'yı komünizm tehdidine karşı koruduğunu da unutmuş durumdalar.

Türkiye ayrıca, Orta Doğu’dan yükselen terörist tehdide ve istikrarsızlığa karşı da Avrupa’yı korumuştur.

Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği adaylığına Sovyetler Birliği döneminde, Varşova Paktı'nda komünizmden yana tavır koyan ülkelerin ardından alınması da ironiktir.

Uzun vadeli süreç

Türkiye’ye Avrupa Birliği üyeliği görüşmelerini açmış ve Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini karşılaması, demokrasi, insan hakları, basın özgürlüğü ve ekonomik reformlar konusunda ilerleme kaydetmesi gerektiğini söylemiş olabiliriz.

Ancak bu süreci on yıllar sürmesi beklenen uzun vadeli bir süreç olarak gördük.

Üyeliği yolundaki Türkiye 2006-2011 döneminde Avrupa Birliği ile ilgili birçok reform gerçekleştirdi.

2011 yılında, Türkiye’nin AB üyeliği kriterlerini yerine getirme ihtimalinin 10 yıl ya da daha uzun bir süre alacağı öngörülüyordu.

Herkes Türkiye’nin AB üyeliğinin bir dizi sosyo-ekonomik ve kültürel etkene bağlı olarak oldukça zor olduğunu kabul ediyordu.

AB üyesi ülkelerin veto hakkı olacağına karar verilmişti. Fransa’nın o dönem cumhurbaşkanı Jacques Chirac, “Fransa halkı karar verecek” demişti.

Ben o zamanlar, Türkiye’nin AB’ye üye olmasının biraz zor olduğunu düşünüyordum.

Ama bunun nedeni, Fransız halkının Türkiye’yi reddetme ihtimali değil, Türk halkının AB üyelik süreci boyunca kaydettikleri yüksek büyüme oranları sonunda, egemenliklerini gittikçe daha işlevsiz hale gelen bir bürokrasiyle paylaşmak istemeyebilecekleriydi.

Ancak üyelik sürecinin, Türkiye’deki reform ve kalkınmaya önemli bir etkisi vardı.

Ben 2006-2013 arasında Türkiye Gayri Safi Milli Hasılasının ikiye katlanmasında kilit öneme sahip olduğunu düşünüyorum.

2011'den sonra Türkiye raydan çıktı

Bu Türkiye’ye, yabancı yatırımcılara ve tatillerini Türkiye’de geçiren bazı İngiliz ve Avrupalıların oldukça yararına olmuştu.

Fakat Türkiye 2011 yılından itibaren raydan çıkmaya başladı.

Ben bunun Merkel ve Sarkozy’nin Türkiye için tam üyelikten imtiyazlı ortaklığa doğru rotalarını çevirmeleriyle ilgili olduğunu düşünüyorum.

Türkler aptal değil. Bunu ikinci sınıf bir AB üyeliği ve Türkiye’ye ve Türk milletine bir hakaret olarak gördüler.

Bu noktadan itibaren Erdoğan yönetimi Batıcı reform çabasından geri çekilip, ilerleme için Orta Doğu, Afrika ve Asya’ya yönünü çevirmeye başladı.

Ardından da Gezi olayları, 17 Aralık ve başkanlık sistemi için atılan adımları gördük ki, bunlar Kopenhag ilkelerine karşıydı ve Türkiye’nin AB standartlarına gelemeyeceğini düşünenlerin ekmeklerine yağ sürdü.

Türkiye geri adım attı ve bu ekonomik kalkınmanın yavaşlamasında kendini hissettirdi. Ekonomide daha az ortodoks bir yöntem izleyerek riskleri artırdılar.
Fakat ben, Türkiye’nin AB standartlarına gelmek için yeterli kapasiteye sahip olmadığı fikrine katılmıyorum.

Polonya, Bulgaristan ve Romanya gibi ülkeler, 1994 yılında Kopenhag Anlaşmasını imzaladıktan 10 - 15 yıl sonra büyük atılımlar sergileyebildiler.
Türkiye de benzer bir dönüşümü sergileyebilir.
Ancak, bunun için Türkiye’ye AB’ye gerçek bir üyelik gibi bir dayanak noktası sunmalıyız.

AB ciddi olmayabilir

David Cameron AB üyeliğine devam kampanyasını ve kendi siyasi kariyerini savunmak için Türkiye’nin 3000 yılından önce AB üyesi olmasının pek ihtimal dahilinde olmadığını söyledi.
Bu AB’nin Türkiye’nin üyeliği konusunda ciddi olmadığı ve bu konudaki açıklamalarının samimi olmadığını ortaya koyuyor. Belki de öyledir.

AB, Türkiye ile neden üyelik sürecini başlattığını, Türkiye’ye bu dayanak noktasını vererek, AB ilke ve değerleri yolunda gitmesini, ekonomik kalkınmasını hızlandırmasını sağladığını anlamalı.
Bunun Türkiye’den ve bölgeden Avrupa’ya göçmen akınını engellemenin en sağlam yolu olduğunu görmeli.

AB ve Türkiye üyelik sürecini hayatta tutma konusunda ortak bir çıkarı var.
Sürecin baltalanması, Türkiye’yi daha farklı ve istikrarsız ve öngörülemez bir yöne itebilir, bu da büyük ihtimalle Batı’nın çıkarlarına zarar verecektir.

*Tim Ash, Japon yatırım bankası Nomura'da gelişen piyasalar stratejisti olarak görev yapıyor.

Kaynak:Haber Kaynağı