TBB için söz değil eylem zamanı!

TBB için söz değil eylem zamanı!

Evrensel kurallarda bir mahkemede bağımsızlık, tarafsızlık, doğruluk ve dürüstlük, eşitlik içinde uygulama, ehliyet ve liyakat esaslarına göre görev yapma ve bu algının da bozulmaması koşulları aranmaktadır.

Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU

Yeni adli yıl beş yıldızlı bir otelde Yargıtay'ın ev sahipliğinde düzenlenip, Yargıtay ve Türkiye Barolar Birliği (TBB) başkanlarının birer konuşma yaptığı törenle açıldı. Hak ve özgürlüklerin yargı üzerinden kısıtlanıp baskılandığı bir dönemde beş yıldızlı bir otelde gerçekleştirilen tören, yargıdaki kalite ve nitelik sorununun da gözlerden kaçırılmasına neden oldu! Aynen AVM tarzı yeni adliyeler yapılarak, bu yeni binaların görünürdeki ihtişamlarının öne çekilmesiyle yetinilip, adliyeleri yatırım alanı olarak görerek, yargıdaki sorunları görmezden gelinmesi gibi...

Son yılların en sorunlu ortamında girilen yeni adli yılda, yargının hukukun üstünlüğüne, hukukun da adalete erişimin aracı olması gerektiği tartışmasızdır. Haklarında soruşturma olan ve tutuklu bulunan avukat sayısı öyle bir noktaya gelmiştir ki, cezaevinde bulunanların ayrı bir baro kurma hakkı olsa, tablo cezaevi barosu kurulacak boyuttadır! Yargının üç kurucu unsuru içinde yer alan savunmanın bağımsız olmadığı, barolar üzerinde de hala daha vesayetin sürdüğü bir yerde, diğer kurucu unsurların bağımsızlığından söz edebilmek gerçekçi midir!

Her yıl olduğu gibi bu yıl da törendeki konuşmalarda geçmiş yıllar gibi hareket edilmiş, her bir konuşmacı belirli değerleri öne çekip bu değerler üzerinden sadece konuşmakla yetinmiş ise de, somut bir adım atma iradesi yine sergilenmemiştir. Geçmişte darbe döneminde tüm sivil örgütlenmelerin faaliyetten alıkonulmasını andırırcasına, faaliyette hiç sivil örgüt yokmuş gibi, yargıdaki sivil örgütlerin davet edilmesinin akla bile gelmediği bir ortamda her iki başkan tarafından sarfedilen, ezberci ve her türlü sömürü içeren söylemlerle, her üç unsuruyla bağımsız bir yargı varmış gibi yaratılan törensel görüntü, bu nedenle görüntü kirliliğinden öte bir anlam taşımamıştır.

Siyasi iradenin değişmeyen tavrı ve aynı paraleldeki yüksek yargının tutumu karşısında, özellikle bu süreçte TBB Başkanının hukukun yanında olduğunu sözde değil eylemle de göstermesi için, terör mahkemeleri konusunda nasıl bir yöntem ve nasıl bir irade sergileneceğini açıklığa kavuşturması gerekirken, sözle yetinmesi hiç gerçekçi olmamıştır.

İlk adıyla DGM, süreçteki adıyla ÖGM, yeni adıyla terör mahkemeleri, aynı binalarda, aynı personelle, genişleyen görevle, giderek daha çok iktidar eksenli seçilen yargıç ve cumhuriyet savcılarının ve giderek daha az güvencelerle görev yaptığı mahkemelerdir. ÖGM'ler kaldırılırken hükümetin, bu mahkemeler vicdanlara aykırılıklar yarattığı için kaldırılmaktadır açıklaması yaptığı hafızalardadır. Ancak vicdanlara aykırı bu mahkemeler ellerindeki davalar yönünden faaliyette tutulmuş, ayrıca yeni kurulan terör mahkemeleri ise kural olarak bir tabela değişikliğinden öteye geçememiş, bu mahkemeler sonuçta hukuk terörüne neden olan mahkeme niteliğine bürünmüştür. Işte tutuklu avukatlardan yine nice insanın haksız tutuklandığı, adil yargılamaya aykırı biçimde yargılandığı bu mahkemeler için yerinde yaptığı benzetme ile TBB Başkanı, "sağlığa zararlı olduğu için piyasadan toplatılma kararı verilen bir ilaç nasıl kullanımda tutulur" açıklaması yapmıştır.

Evrensel kurallarda bir mahkemede bağımsızlık, tarafsızlık, doğruluk ve dürüstlük, eşitlik içinde uygulama, ehliyet ve liyakat esaslarına göre görev yapma ve bu algının da bozulmaması koşulları aranmaktadır. Türkiye'de bu mahkemelerde hiç bir biçimde adil yargılamanın olmadığı her hukukçu tarafından ifade ediliyorsa, iktidarlar bu konuda adım atmadığından, iktidarın papağanı olmak istemeyen hukukçuların yapacağı husus, zamanı sadece söylemle geçiştirmek değil, artık sorumluluk ta üstlenerek söylemleri eyleme dönüştürüp adım atmak olmalıdır. Hukuk kuralları TBB'ne bu yetkiyi verirken TBB neden sadece söylemle yetinmektedir!

Avukatlık Yasası'nın 38/f maddesinde, "Avukat; görmesi istenilen iş, TBB tarafından tespit edilen mesleki dayanışma ve düzen gereklerine uygun değilse, teklifi reddetmek zorunluğundadır." denilmektedir. Bu madde daha nerede ve nasıl uygulanacaktır. Bu "sözde mahkemelerde", savunma hiç bir biçimde etkin olamıyor, kolluk işlemleri denetlenemeyip, bu işlemler sonuçta mahkeme hükmü diye sunuluyorsa, o halde yargılama görüntüsü altında avukatların bu yapılanmalarda savunma yapmalarına neden seyirci kalınıp, bu mahkemeler neden meşru birimler gibi sunulmaktadır.

TBB Yönetim Kurulu isterse aynı Yasa'nın 110/1 maddesi uyarınca bu konuda her baronun görüşünü alıp, ortaklaşa görüşmeler sonunda çoğunluğun düşünce ve görüşünü belirttikten sonra da, kendisi ayrıca karar alabilecektir. Bu karar alındıktan sonra, hiç bir avukat bu mahkemelerde görev alamayacak, mevcut avukatlar bu mahkemelerden çekilmek durumunda kalacak, aksi halde avukatlar hakkında mesleki sorumluluk kuralları işletilecektir. TBB'nin alacağı bu karara, kuşkusuz bu mahkemelerin bulunduğu 11 il barosunun destek vermesi de sürece ayrı bir güç katacaktır. Bu mahkemelerdeki davalar, kural olarak alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlara yönelik olduğundan CMY 150 nci maddesi uyarınca bu davalarda avukat bulunması zorunlu olduğu hatırlandığında, TBB'nin böyle bir kararı sonrasında avukatlar görevden çekileceği için bu gibi davalarda mahkemeler, ilgili barolardan belirtilen kural nedeniyle davada mutlaka avukat görevlendirilmesini isteyince, ilgili barolar da TBB kararından hareketle bu görevlendirme yoluna hiçbir biçimde gitmeyecek, gidemeyecektir. Bu mahkemelerde yazılı vekaletlerle hareket eden avukatlar ise, TBB kararından sonra yine görev yapamayacak, aksi sorumluluk doğuracaktır.

Siyasi iradenin ve o eksende hareket eden Anayasa Mahkemesi'nin tavrı karşısında bu mahkemelerin hukuk sisteminden çıkmasının başka yolu kalmamıştır. Adil yargılama için bu konuda etkili mücadelesinin yol ve yöntemi, sadece konuşmak değil, bu şekilde somut eylemde bulunmaktır. Bu durumda TBB ve ilgili avukatlar ile ilgili barolar hakkında savcılıklar soruşturma açıp, Adalet Bakanlığı da bu soruşturmalara izin verme yoluna gidecektir. Böyle bir adımda kuşkusuz herkes barolar ve avukatların yanında yer alacaktır. Bu süreç ise üstünün zaferi ile değil, hukukun üstünlüğü ile sonuçlanacaktır. Yeter ki o irade ile ortaya çıkılsın...

Törende yargıda sivil örgütlenmeler için tek bir sözün sarfedilmemesi dikkat çekici olup, yine yargıdaki kılık ve kıyafet konusunda bağlayıcı olan Avrupa Meslek Kurallarının uygulanmasından ısrarla uzak durulup sorumluluk üstlenilmeyerek sonuçta savunmanın belirsizlik içinde ve yargıçların da baskı altında bırakılmasını Anayasa Mahkemesinin 2008 yılındaki bir kararında demokratik cumhuriyete aykırı saydığını hatırlatıp, iktidarın yerine böyle bir eylemin tarihinde neden ve niçin ilk kez TBB tarafından yapıldığı konusunu ise haftaya bırakalım...

soL gazetesi