Tarık Dursun K. Öykü Ödülü Konuşması

Türk Edebiyatı geçmişi olan büyük bir edebiyattır.

Nasıl Muzaffer Buyrukçu’nun öykülerini okumadan uzun tümcelerin tadını, eşyalara ve nesnelere, duygulara ve düşüncelere nüfuz etmenin yolunu öğrenemezsek, Tarık Dursun K.’nın öykülerini okumadan da kısa tümcelerle öykü yazabilmeyi, sözcük kullanma pintiliğini, öyküde sözcük ekonomisi denen şeyi, bir müzik eseri notası gibi gerekli olan yerde,  yerinde kullanılan sözcüklerle anlatılmış ve hızına yetişilemeyen olayları anlatma becerisini gösteremeyiz. 
 
Karşıyaka Belediyesi’nin Tarık Dursun K. adına öykü ödülü vereceğini duyunca işte geçmişten beri bende yer etmiş bu bilinçle ve büyük bir heyecanla öykümü gönderdim. Bu ödülü aldığım için de çok mutluyum. Emeği geçen ve beni bu ödüle layık gören seçici kurula bir kez daha teşekkür ederim.
 
Değerli dostlar,
 
1987 yılında genç bir öykü yazarı olarak aldığım Akademi Kitabevi Öykü Birincilik Ödülü beni edebiyata kazandırmıştı. Artık umutsuzluktan yazmamaya karar verdiğim bir çağda bu ödülle yeniden edebiyata döndüm; güven kazandım; bir edebiyat adamı oldum. Üçlü Kavşak’dan sonra Kadın ve Boğa, Genç Kyros’un Yazgısı ve şimdi yayınlamayı bekleyen Nizüm’ül Mülk’ün Öldürülüşü adlı öykü kitaplarımı yazdım. Yüzlerce eleştiri yazısını, 17 yıl 100 sayı çıkardığım Edebiyat ve Eleştiri dergisini, Kertenkeleler ve Edebiyat adlı ve yayına hazır Büyük Yapıtlar Küçük Yapıtlar adlı eleştiri kitabımı bu ödülün beni salıverdiği yolda yürürken yazdım.
 
Ancak bu yol yazarı yorgun düşüren, dayanma gücünü zorlayan uzun bir yol. Şimdi, yıllar sonra katıldığım bu ödülü düşününce de bu berbat dünyada insan tekinin aslında hep bir çocuk olduğunu ve beğenilmeye, onurlandırılmaya ne kadar gereksinimi olduğunu anladım. Haberi duyduğumda bu kadar mutlu olacağımı düşünmemiştim.
 
Bu duyguyla hepinize tekrar teşekkür ediyorum.
 
Değerli konuklar,
 
Burada bulunan hemen tüm dostların da bildiği gibi edebiyat dünyanın en zor işidir.  Nazım Hikmet’in, Şeyh Bedrettin Destanı’nı yazma öncesi çektiği sancılar, yazma süreci ve yazdıktan sonra içine girdiği boşluk duygusunu konu ettiğim Yaratma Gecesi adlı öykümde bir sanatçının bu zor anlarını anlatmaya çalıştım.
 
Yazarlık bir sorumluluk işidir. Tarık Dursun K. Venedik Tatili adlı, turist bir orta yaşlı Amerikalı kadınla genç bir Türkün umutsuz aşkını anlattığı bir öyküsünde “Bu tür hikayelerde mutlu son yoktur” dedikten sonra şöyle devam eder:
 
"...Hele kendi dengi arasında oluşmayan aşklar mutsuzlukla biter. Ucuz aşk romanları yazıp zavallı işçi kızlarla tezgahtar yardımcılarını, kasiyer çocuklarını afyonlayıp uyutan o namussuz sözde yazarlar bu gerçeği eldiven gibi tersine çevirirler. Zengin kız yoksul kıza bir görüşte aşık olur! Hadi canım! Zengin kızları yoksul kızları nerede görürler de şıp diye aşık olurlarmış onlara? Ya da hangi zengin delikanlı Alfa Romeo’sunu hangi yoldan sürüp yoksul kızın eteğini apışarasına sıkıştırarak çamaşır yıkadığı avlunun önünden geçmiş, bir anda kızcağıza aşık olmuştur? Söyleyin ey alçak romancılar, ey alçak filmciler!”
 
Bir yazarın gerçekçi olması gerektiğine demiyorum, ama bir yazarın mutlaka samimi olması, dürüst olması gerektiğine bir çağrıdır bu.
 
Değerli dostlar,
 
Her kitap değil ama edebiyat kitapları doğrudan insan ruhuna ve bilincine en usturuplu ve en pratik biçimde (bir kitap, bir ışık ve bir yalnızlık yetiyor)  "nüfuz" eden en etkileyici sanat yapıtları olarak gösterilir. Biraz abartırsak bir ülkenin edebiyatını dumura uğrattığınızda o ülkenin çöküşünü de hazırlamış olursunuz deyimini kullanabiliriz. T. S. Eliot ünlü Denemeler'inde, "Danimarka'yı sevmem, bilmem, ama bana birisi artık Danimarka'da şiir yazılmıyor derse ürperirim. Çünkü en fazla on yıl sonra Danimarkaca diye bir dil kalmaz ve dolaysıyla Danimarka diye bir ulus da." diye yazmıştı. 
 
Yazar ve şairler, yaşanan tarihsel/toplumsal bütününün birer parçasıdırlar. Belki de bunun için Çinliler, “Yazarlar, en büyük tarih yazıcılarıdır” demişlerdir. En büyük edebiyat yapıtlarından Savaş ve Barış romanı, Napolyon’un Rusya’yı işgalini değme tarihçilerden daha iyi anlatır.
 
Her yazar ve şair, yaşadığı tarih dilimini giyim kuşamıyla, düşünce biçimiyle, toplumsal yapısıyla vs. gelecek kuşaklara aktarır; not düşer. Bu anlamda, tarihçiler ve sosyologlar için romanlar altın kıymetindedir.
 
Edebiyat tarihimize kısaca bakarsak görürüz ki, Avrupa daha edebiyat nedir bilmezken ta 735 yılında dikilen Orhun Yazıtları'nda Türkçe edebiyat şaheserleri verilmişti. Kaşgarlı Mahmut, 1074 yılında Divân-ı Lügati’t-Türk gibi bugünkülerin aynısı mükemmel bir sözlüğün yazımını bitirdiğinde, Avrupa daha sözlük nedir kavram olarak bile bilmiyordu.
 
Türk Edebiyatı geçmişi olan büyük bir edebiyattır. Bunu hamasetle değil Türkçenin bilinçaltına yerleşmiş zenginliğe dikkat çekmek için vurguluyorum; Kültigin Anıtı’ndaki muhteşem imgesel anlatım olmasaydı belki İkinci Yeni de olmayacaktı.  
 
Türk Edebiyatı, Cumhuriyetle kazandığı yeni alfabeyle birlikte Memduh Şevket Esendal’dan, Hüseyin Rahmi’den, Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Sabahattin Ali’den Fakir Baykurt’a, Tarık Dursun K.’ya, Necati Güngör’e, Bekir Yıldız’a dek dev adımlarla ilerledi. Türkçe, edebiyatıyla adeta coştu.
 
Bu geçmişiyle ve bugünkü zenginliğiyle, yayınladığı yüzlerce edebiyat dergisiyle, şairiyle, yazarıyla, edebiyata destek vermeye çalışan kurumlarıyla Türk edebiyatı büyük bir edebiyattır. 
 
Değerli dostlar, 
 
Bölgemizin yoksul halklarını kırıp geçiren savaşları, masum bedenleri delip geçen kurşunları, acıyı, gözyaşını görünce daha iyi anlıyoruz ki insanın insanlaşma mücadelesi sürüyor; daha tamamlanmadı. Yaşlı gezegenimizin ise buna ömrü yeter mi bilmiyoruz. Ancak insan teki, bu vahşi dünyada insan yanını ancak sanat ve edebiyatla var etmeye çalışıyor. Bunun içindir ki yazıyoruz, bunun içindir ki okunyoruz.
 
Bunun içindir ki bu salonda toplandık.
 
Konuşmama son verirken hepinize tekrar teşekkür ederim.
 
(1 Aralık 2012 - İzmir Karşıyaka Belediyesi Ziya Gökalp Kültür Merkezi)
 
 
Ahmet Yıldız

Önceki ve Sonraki Yazılar