''SUSURLUK’TA ABDULLAH ÇATLI NEYSE, TÜRK FUTBOLU İÇİN DE SÜLEYMAN SEBA ODUR''

''SUSURLUK’TA ABDULLAH ÇATLI NEYSE, TÜRK FUTBOLU İÇİN DE SÜLEYMAN SEBA ODUR''

İşte ana akım medyanın yazamadıkları...

Boraz Kanıpak

Topa girmeyelim dedik. ‘İki çift laf söylenir elbet’ dedik. ‘Herkes bu kadar kör olamaz, biri de çıkar konuşur’ dedik. Bekledik… Nihayet farklı bir-iki ses çıkmaya başladı.

Hangi konuda olacak? Elbette Süleyman Seba konusunda…

Haber Artı Türk’ü bilen bilir… Babamız olsa iyiye iyi, kötüye kötü deriz. Bu konu da onlardan biri. Evet; Süleyman Seba iyiydi, hoştu; ama MİT’çiydi.

MİT’çi olmak kötü müdür? Elbette değildir. Ama MİT’çi birini, sanki hiç o taraklarda bezi yokmuş gibi göstermek… İşte bu kötüdür! Hatta kötüden de öte yanlış ve kirli bir tavırdır.

Her konuda olduğu gibi, bu konuda da madalyonun öteki yüzünü göstermek, size karşı boynumuzun borcu olduğundan, küçük bir araştırma yaptık ve Türk basınının, bazıları bir zamanlar, bazıları öldükten sonra, Seba hakkında lafı kıvırmadan iki satır yazabilme cesareti göstermiş cesur yüreklerini bulduk.

‘Ahmet Dursun, Seba Gitsin’ diyenlerden olmadık. Şimdi de ‘kör ölür, badem gözlü olur’ demiyoruz ve o yazıları aşağıda siz okuyucularımıza sunuyoruz.

 

MİT İSTANBUL İL YÖNETİCİSİ – SÜLEYMAN SEBA

“…..Tarih 1 Nisan 1984, yer Şan Sineması, Beşiktaş Kongresi. İşadamı Mehmet Üstünkaya ile MİT İstanbul yöneticisi Süleyman Seba başkanlığa aday. Salonda tansiyon çok yüksek. Kulübün resmi iki amigosunun coşturduğu Üstünkaya taraftarları, Seba yanlısı kongre üyelerinin gözünü korkuttu. Salonda dengeyi sağlamak için MİT’e yakın birkaç ülkücü genç çağrıldı. Acilen salona gelen 40 kadar genç, jilet gibi ütülü pantolonları, koyu renk ceketleri ve disiplinli hareketleri ile amatör rakiplerini kolayca sindirdi. Seba’ya destek kıtasının lideri lacivert elbiseli, açık pembe renk gömlekli gencin alnında yara izi vardı. İşini gayet sakin ve terbiyeli üslupla yaptı, Süleyman Seba’yı kader gününde yalnız bırakmayan kamu görevlilerinin gönlünü kazandı. Evet bildiniz, o gencin ismi Alaattin Çakıcı’ydı……….” (1)

 

MİT’İN SEBA’SI, SEBA’NIN BEŞİKTAŞ’I

Süleyman Seba, günümüzün fazlasıyla bencil, kazanmaya odaklı ve düşmanlaştırıcı futbol dünyasında, kendisinden başka herhangi bir başkana kısmet olmayacak şekilde kitlesel bir biçimde, heterojen bir kalabalık tarafından uğurlandı.

Cenaze töreninde pek çok takımın taraftarını, flamasını, formasını Beşiktaş’ta görmek mümkündü ve rahatlıkla denebilir ki Gezi günlerinden bu yana ilk kez, İstanbul’un  “büyük” üçlüsüne taraftar olan geniş kesimlerin herhangi bir konuda bu kadar hemfikir olduğuna rastladık.

Süleyman Seba, belki de onun cenaze törenindeki kalabalığa dahil olmayı seçenlerin büyük çoğunluğunun da -şayet karşılığında kazanmak varsa- ihlal etmekte pek hevesli davrandığı yazılı olmayan kurallara saygı duyan, ağırbaşlı, dürüst, babacan imajıyla sevilmiş; bir geçmiş zaman beyefendisi olarak takdir toplamıştı.

Elbette herkes aynı fikirde değildi. Seba’nın hiçbir zaman bir sır olmayan “Milli İstihbarat Teşkilatı” geçmişi gündeme getirildi ve sol, sosyalist, devrimci çevrelerde haklı olarak birtakım çekinceler, soru işaretleri dillendirildi yahut toptan lanet etme örneklerine rastlandı.

MİT’İN ‘BÜYÜK RESMİ’NDEKİ SEMT ÇOCUĞU

1926 Sakarya, Hendek doğumlu Süleyman Seba, Kabataş Lisesi’nde okuması ve sonrasında Beşiktaş’ta profesyonel futbol oynamasıyla tam anlamıyla bir semt çocuğu. Sakatlığı sebebiyle futboldan erken emekli olması sonrası kulüp üyesi oluyor ve 70’lerin ikinci yarısından itibaren de Milli İstihbarat Teşkilatı İstanbul Müdürlüğü’nde çalışıyor. Türkiye Gazetesi Köşe Yazarı Yıldıray Oğur’un hafta sonu yazdığı yazıda Tuncay Özkan’ın “MİT’in Gizli Tarihi” kitabından aktardığı üzere Seba’nın “personel işlerine baktığı” belirtiliyor.

Abdullah Çatlı, Alaattin Çakıcı, Şükrü Balcı vs. gibi isimlerle ilişkilerinin ötesinde MİT İstanbul Bölge Başkanı olmasıyla yeterince şüphe uyandıran Nuri Gündeş’in altında çalışan Seba’nın MİT’teki görevinin ne kadar tayin edici seviyede olduğu, Seba’nın MİT’in günahlarında ne kadar payı olduğu ayrı bir tartışma konusu. Ancak MİT’in, Nuri Gündeş’in ve onunla ilişkili iş adamlarının (örnek: Erdoğan Demirören - Arşimidis diyeyim ben, siz Google’dan tamamlayın-) ellerindeki bu kendi halinde ama Beşiktaş camiası içerisinde saygı duyulan “Memur” aracılığıyla futboldaki nüfuzlarını artırmak istedikleri kesin.

Bugüne kadar zaten medyaya yansımış olan 1984 Kongresinde yaşananlar (Alaattin Çakıcı) ve Erdoğan Demirören desteğinin yanı sıra Ordu, Emniyet, İstihbarat çevrelerinin darbe sonrası ANAP iktidarı döneminde spor yöneticiliğine merak salma trendi de bu iddiayı destekliyor.

DÖNEMİN TRENDİ: KULÜPÇÜLÜK OYNAYAN AYNASIZLAR

Popülaritesi sebebiyle her zaman için iktidar odaklarının kendisine nüfuz alanı ve meşruiyet kazandırmak için çöreklendiği futbolun kaderi ‘80 sonrası da aynıydı. Süleyman Seba bir istisna değildi. Can Kozanoğlu’nun ‘Türkiye’de futbol-Bu maçı alıcaz’ kitabından aktaracak olursak, İstanbul eski Emniyet Müdürü Ünal Erkan ve Kocaeli eski Emniyet Müdürü Affan Keçeci Beşiktaş’ta, Mehmet Ağar Galatasaray’da, İstanbul Çevik Kuvvet Müdürü Necmettin Yıldırım Karagümrük’te (örnekler çoğaltılabilir) bu dönemde etkili hale gelmişti ve kuşkusuz tüm bunlar tesadüf değildi.

Tüm bu isimlerin geçmişlerine, o dönem ve daha sonra yaptıklarına bakınca Süleyman Seba’da farklı bir şeyler olduğu görülüyor. Ünal Erkan, Affan Keçeci gibi isimlerin Seba’nın temiz yüzlülüğü sayesinde daha kolay bir şekilde kulübe yerleştirildiği öne sürülerek, Seba’nın MİT gibi karanlık bir odak için kusursuz bir Truva atı olduğu söylenebilir. Ancak eğer MİT, sadece belirli bir etki alanı kazanmanın ötesinde dönemin “Her şey mubah” anlayışıyla “her şeyi kazanan” ve dolayısıyla prestijini de artıran bir yapı hedeflediyse bunda bir ihtimal ketum başkanın tüm bu işlerden bihaberliği ve naifliği sebebiyle amaçlarına ulaşamamış olabilir. Çünkü Seba’nın döneminde Beşiktaş, rakipleri barajı 9,15’e değil de 7 metreye kurdururken 9 metrenin altına inemeyişiyle nam yapmıştır.

SEBA’NIN ENGEL OLDUĞU…

Evet, Seba paralı başkan değildir ama yönetim kurulu para babalarıyla doludur. Arkasında Erdoğan Demirören vardır, Necmettin Yılmaz vardır, Metin Keçeli vardır, İhsan Kalkavan vardır, Şirin Kuru vardır, Erdoğan Nasır vardır, Emniyet vardır, MİT vardır…

Peki buna rağmen özellikle Galatasaray büyük şaibelerin söz konusu olduğu şampiyonluklar kazanırken Beşiktaş, neden denklemin kaybeden, mağdur tarafında yer almıştır? Niye “iş bitiricilik”, “büyük transfer harekatları” Galatasaray ve Fenerbahçe’yle özdeşleşip parlatılırken, Seba’nın 70’lerde tohumları atılan ve 3 sene üst üste şampiyonlukla en büyük meyvesini veren özkaynak düzenini devam ettirmesi ekseriyetle çağdışı görülmüştür?

Beşiktaş’ın 70’lerin 2. yarısında, kulübün en kötü dönemlerinde birden isyankar, kavgacı karakteriyle yeniden dolmaya başlayan ve bir tarz yaratan tribünleri çoğu zaman bu “daha dürüst” tavırdan gururlanacak teselliler çıkarmıştır ancak ‘87’de ve ‘93’te son hafta Galatasaray’a kaybedilen şampiyonluklarda da yine bir kesimin “beceriksiz” olmakla suçladığı aynı Seba’dır.  2000’lere gelinen süreçte “Ahmet Dursun Seba gitsin” tezahüratlarının da arkasında bu “iş bilmezlik”, “iş bitiremezlik”, “çağdışılık” iddiaları yok mudur?

Velhasıl-ı kelam; doğrudur, MİT, Süleyman Seba’yı kusursuz bir Truva atı olarak görmüştür ancak Seba’nın bugün çok geniş kesimlerden hürmet görmesine sebebiyet veren şahsi nitelikleri bu İstihbarat projesinin kısmen de olsa başarısız kalmasını sağlamıştır. Süleyman Seba, en olmayacak dönemde, darbe sonrasının neoliberal azgınlık çağında, Baba Hakkı’ların dönemindeymişçesine davranmış ve bu naifliğiyle gönüllerde yer etmiştir. 

MİT, Seba’da Beşiktaş’ın anahtarını görmüş; Seba ise yalnızca semtinin takımında en yüksek görevi dürüstçe yapmanın gururunu taşımıştır. MİT’çilerden de, işkencecilerden de, her türlü kodamandan da nefret eden şahsım adına, bana Seba’dan kalan budur.(2)

 

SÜLEYMAN SEBA KALABALIĞI, METİN KURT YALNIZLIĞI

Süleyman Seba tartışması günlerdir gündemi işgal ediyor ve kendisine çeşitli çap ve boyutlarda “halkçı” methiyeler düzülmekte. İlginç bir şekilde Beşiktaşlılık, Çarşılılık vurguları ve Hulusi Kentmen babacanlığı almış başını yürüyor. Bu meselede “rahmetlinin” bıyıklarının etkisi olduğunu düşünüyorum. Bir MİT elemanı olan Süleyman Seba’yı neredeyse bir milli kahraman haline dönüştüreceğiz. Hatta bu silsile içerisinde Süleyman Seba’yı bir futbol “neferi” ve Türkiye futbolunun “proleteri” ilan edenler bile oldu.

Kendini Marksist- solcu veya halkçı olarak tanımlayan herkes ve bütün toplumsal katmanlar tarafından “acı kayıbımız” olarak sosyal medya araçları vesilesiyle bir Süleyman Seba tantanası yürütülmekte. Peki neden bir Marksist, neden bir solcu Süleyman Seba’yı sever?  Bence bu durumun tutarlı hiçbir yanı olamaz.

Marksist bir yaklaşımla meselenin argümanlarını doğru şekilde koymak, kendi tarihselliği içerisinde ele almak, bizi bu meseleye dair  kafa açıklığına götüreceği ve Türkiye’de kendini muhalif olarak tanımlayan bazı kesimlerinde bu savunudan bir nebze de olsa vazgeçebileceği inancındayım. Bu bağlamda Süleyman Seba’nın ‘emekli’ olduğu kurum ve 1984 yılının yani Süleyman Seba’nın Beşiktaş kulübünün başına geçmeden 5-10 sene öncesine gitmek ve Türkiye’de futbol kurumunun durumunu bu eksende değerlendirmenin faydalı olacağı kanaatindeyim.

1970’li yılların başından itibaren Mafya-Futbol kulübü ilişkisi bir paslaşma içerisinde olmuş. Dönem mafyaları için futbolcu kaçırma, haraç alma ve varlıklarını devam ettirebilmenin bir aracına dönüşmüş durumdadır. Dönem filmleri üzerinden, özellikle İlyas Salman ve  Kemal Sunal’ın rol aldığı filmlerde yer yer dramatik yer yer esprili bir dille meselenin özetini sinema perdesine aktarılmaya çalışılmıştır. Dönemin toplumsal gerçekliği içerisinde futbol endüstrisinin dünyadaki çap ve örneklerine ulaşabilmesinin teknik olarak imkanı yoktur. Keza dünyadaki örnekleriyle karşılaştırıldığında kitleleri manipüle edebilmesi ulaşım imkanlarına bağlıdır. Dünyada ilk dünya kupası 1954 yılında naklen yayınlanmış, bu tarih dikkate alındığında, Türkiye’de birçok dağ köyüne elektriğin gelmesi 80’li yılların başına tekabül etmektedir. Renkli televizyonun ve televizyonun gelişi çoğunlukla büyük kentlerde 70’li yılların ortalarına rastlamaktadır. Bu yönüyle bir manipülasyon aracı olarak “modern” anlamda futbolun kullanılması çok ciddi bir finansman ve altyapıyı gerektirmektedir. Dönemin ekonomik kriz koşulları ve 24 ocak 80 kararları, yabancı sermayenin ülkeye giriş vizesinin verilmesi ise 12 Eylül darbesinin öngünlerine denk gelmektedir. 24 Ocak kararlarını çıkartan Demirel hükümetinin müsteşarlarından ve ‘’parlak çocuklarından’’ olan Turgut Özal, 12 Eylül’e kadar neoliberal talan yasalarının baş uygulayıcılarından birisi olmuştur.

12 Eylül darbesinden sonra cuntacı Kenan Evren’in müdahalesiyle, 1981 yılında Ankaragücü’nün 1. Ligden düşmesinin engellenmesi Türkiye futbol tarihi açısından devletin, futbola ilk resmi müdahalesi sayılabilir. İlerleyen dönemde Ankaragücü’nün Makine Kimya Endüstrisi sponsorluğunda yoluna devam etmesi ise resmi anlamda devlet-futbol ilişkisini pekiştirmiştir. 24 Ocak ve askeri darbe bir yandan Türkiye’yi bir karapara aklama cennetine dönüştürürken diğer  yandan da yeni zenginler cennetine dönüştürmüştür. Bu yeni zenginler tarihe’’ Özal’ın zengin ettikleri’’ diye düşecektir. Bunlar arasında Cavit Çağlar, Cem Uzan vardır. Her iki Özal zengini karapara aklama aracı olarak kulüpleri kullanmıştır. 81 yılında Cavit Çağlar Bursaspor başkanlığı, Cem Uzan 90’lı yıllarda İstanbulspor başkanlığı yapmıştır.  Nereden geldiği belli olmayan bu para akışının bir şekilde aklanmasının aracına dönüşen 80’li yılların futbolu, devletin mafyası ve gayri resmi kurum ve kişileriyle dahil olmaya çalıştığı bir süreçtir. Konumuz bağlamında üzerine methiyeler düzülen Süleyman Seba, dönemin Beşiktaş camiasıyla ilişkileri olan, kongre üyesi ve eski MİT emeklisi bir devlet ‘’büyüğü’’ olarak devlet tarafından devlet-mafya ilişkilerini düzenleyen gayri resmi müzakerecisi sıfatıyla Türkiye futbolunda aktif bir aktörü olarak rol almaktadır. Teoride Doğrultu dergisinde Bedrettin Kılıç, “Futbolun ölümü ve kurtuluşu” başlıklı yazısında meseleyi şu şekilde özetlemektedir: “Turgut Özal’lı yıllarda ise kulüpler daha ziyade kara para aklamanın paravan yerleri olmuştur. Nurettin Güven ve Turan Çevik gibi uyuşturucu kaçakçılarının Malatya Spor’a, hayali ihracatçı Hasbi Menteşoğlu’nun Samsunspor’a başkanlık yapmaları en bilinen örneklerdir. 1984’de Beşiktaş Kulübü Başkanlığı seçimindeki koalisyon ise Türk futbolunun o yıllarını ve mafya-devlet-sermaye ilişkisinin geldiği noktada bir semboldür. Silah tüccarı ve yer altı dünyasıyla sıkı ilişkideki Mehmet Üstünkaya’nın karşısına MİT’çi Süleyman Seba çıkar. S. Seba’nın finansörü Mesut Pandır, hayali ihracatçı Ertan Sert ve Turan Çevik’tir. Bunların yanında T. Futbol Federasyonu’nun başkan vekili polis şefi Affan Keçeci vardır. Bu işi ünlü MİT’çi  Nuri Gündeş organize etmiş, seçimler sırasında da A. Çakıcı’nın adamları kongre salonunda ‘güvenliği’ sağlamıştır.” Böylesi şaibeler ve ilişkiler sonucu Beşiktaş başkanlığına getirilen Süleyman Seba, tam 16 yıl boyunca bu görevi sürdürmüş ve “mütevazi” görüntüsünün altında Türkiye futbolunun kademeli şekilde ticarileşmesi ve resmi devlet aklının timsali olmuştur.

70’li yılların aksine Türkiye futbolu, 80’li yıllarda Kürt özgürlük mücadelesinin gelişmesiyle beraber şovenizmin sistematik şekilde uygulandığı ve ezilenleri kutuplaştırma ve düşmanlaştırmanın bir aracı haline gelmiş, devletin ideolojik hegemonya aygıtlarından birisi ve manipülasyon aracına dönüşmüştür. Dönemin gazete manşetleri ‘Yenildik ama ezilmedik’ demektedir. Türk ‘aklının, çalışkanlığı ve fizik gücünün’ timsali olan Türk Milli Takımı yenilebilirdi ama ezilemezdi! Ticarileşmiş futbol, büyük şehirlerde enflasyon belası ile cebelleşen milyonları, dağda isyancı kürdü, ovada kızıl komünisti bastırabilmenin dolaylı bir aracına dönüşmüştü. 60’lı ve 70’lı yılların futbol anlayışı sahadaki 11 futbolcunun kolektif emeğinin ürünü olan bir spor ve taraftarların kardeşçe aynı tribünleri paylaştıkları sosyalleşme alanlarıydı. Rasyonel devlet aklı, tarafları kutuplaştırırken bir yandan da meta fetişizmini destekleyip sermayenin kar marjını ve iştahını kabarttı. Bu kutuplaşmayı devlet, politik-siyasi amaçları doğrultusunda 80’li yıllar içerisinde bir enstrüman gibi kullanmayı başardı. Peki Süleyman Seba bu denklem içerisinde ne yaptı? Kirli geçmişiyle mi yüzleşti? Endüstriyel futbola karşı bir direnç mi oluşturdu? 12 Eylül sonrası binlerce insanı işkenceden geçirmiş bu kurumla olan organik ilişkilerini ifşa edip ezilen milyonlardan, ailelerinden özür mü diledi? 12 Eylül’de işkence tezgahlarında evladını yitirmiş, evladının mezarını arayan Cumartesi Annelerinin acısını yüreğinde ne kadar hissetti?

SUSURLUK’TA ABDULLAH ÇATLI NEYSE, TÜRK FUTBOLU İÇİNDE SÜLEYMAN SEBA ODUR.

Devrimcilik, solculuk, Marksizm bir taraf olmaksa; çelişkiler ne kadar net ise taraflarda o kadar nettir. Sizlere bir uzlaşmaz örnek olarak Metin Kurt’u hatırlatmak isterim. Bu antagonizmanın iki ayrı uzlaşmaz ucudur Metin Kurt ve Süleyman Seba. Kendini solda, halktan yana ve ticarileşmiş futbolun karşısında gören herkes, Metin Kurt’un anısını yaşatmalı ve ondan taraf olmalıdır. Süleyman Seba’nın değil! 70’li yıllarda Galatasaray futbolcusu Metin Kurt, dönemin TKP üyesi olduğu ve futbolcuların özlük hakları için sendikal mücadele yürüttüğü için aforoz edilmiş bir milli futbolcu, futbol neferi ve proleteridir! Futbolu bırakmak zorunda kalınca antrenörlük, yayıncılık ve sendikal faaliyet yürütmüştür. Ölüm şekilleri bile Süleyman Seba ile zıtlık barındırır. Gırtlak kanseri olan bu futbol emekçisi, Samatya Devlet Hastanesinin olanakları-olanaksızlıkları içerisinde hayata veda etmiş, Süleyman Seba Amerikan Hastanesi’nde 88 yaşında ve etrafında milyon tane şaibeli ilişki bırakarak ölmüştür. 2012 yılında vefat ettiğinde ana haber bültenlerinde 13 saniyelik boşluk doldurma haberi olan Metin Kurt bir tarafta, diğer tarafta Süleyman Seba memleketin bütün kodamanlarının ve ulusal kanallarının saatlerce üzerine methiyeler düzdüğü, mafya-siyaset ve patronlarının 5 çayı buluşmaları kıvamında bir cenaze töreninin malzemesi olmuştur. Oradakilerin hiçbirisi Metin’in cenaze töreninde yoktu! Zaten Metin Kurt da istemezdi onlarla anılmak. Metin’in cenazesinde ise muhtemelen eski futbolcu dostları ve yoldaşları vardı. Düşler, dünyalar farklı olunca cenazeni kaldıranlar da farklı oluyor. Yazıyı Metin Kurt’un bir sözü ile bitirelim “Futbol borsada değil, arsada güzel.” Ayrıca Kesmeşeker isimli müzik grubunun, “Metin Kurt Yalnızlığı” isimli bir parçası mevcut dinlemeniz ve birkez daha düşünmeniz dileğiyle…(3)

**********

Ayrıca; Süleyman Seba nedeniyle büyük acılar yaşamış birinin yazısı için…(4)

Kaynaklar:

(1): http://www.turkishnews.com/content/2014/08/19/mit-istanbul-il-yoneticisi-suleyman-seba/

(2): http://www.evrensel.net/kose-yazisi/72066/mitin-sebasi-sebanin-besiktasi.html#.U_QVPPl_sWk

(3): http://www.sendika.org/2014/08/suleyman-seba-kalabaligi-metin-kurt-yalnizligi-ozan-horoz/

(4): http://jiyan.org/2014/08/15/suleyman-sebaya-lanet-yazisi/

 

 

 

 

Kaynak:Haber Kaynağı