Suçlular kim, nerede?

Suçlular kim, nerede?

Banu Özçelik adlı bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, kendi ülkesinde, yaşadığı yerde Suriyeli mültecilerin saldırısına uğruyor ve saldırganlar devlet tarafından korunuyor.

Adı Banu Özçelik, Bodrum'dan İzmir'e giderken beş Suriyeli mültecinin saldırısına uğramış. Bunun için devletin en üst kademeleri de dahil her yere şikayette bulunmuş ve on beş güne yakın süredir beklediği halde yetkililerden herhangi bir yanıt alamamış. İzmir'in devşirilmeye çalışıldığı, Suriyeli mütecilerin "Atatürk'ün kalesi olarak nitelenen" İzmir'e yerleştirildiği ve seçme ve seçilme hakları da verilerek, İzmir'in direnişinin kırılmaya çalışılacağı söyleniyordu. Görünen o ki, Banu Özçelik'in başına gelenler ne ilk ne de son olacak. Şu anda Başbakan Erdoğan'ın söylemiyle sayıları 600 bin dolayında olan Suriyeli mültecilerin gerçek sayılarının ne olduğu bilinmiyor. Yerleştirildikleri her noktada bu ülkenin vatandaşından daha fazla itibar gören bu mülteciler, pek yakında tüm Türkiye'nin başına bela olmakta gecikmeyecekler. Aşağıda okuyacağınız Banu Özçelik'in haykırışları, artık bu gibi konularda polise de güvenilmeyeceğini gösteriyor. Polisin müdahale etmediği bu tür olaylarda çevredeki vatandaşların da işe karışmayacağı çok açık. 
İzmir ikinci kez işgal ediliyor ve bizler öylece bakıyoruz.
Bu, kendi ülkemizde yalnız bırakılmamıza örnek bir hikayedir.

Mümtaz İdil

Ben Banu Özçelik... Tam 12 gündür bekliyorum...

İZMİR'DE SURİYELİ MÜLTECİLERİN SALDIRISINA UĞRADIM! 

SUÇLULAR KİM, NEREDE?

30 eylül sabahı Bodrum'dan İzmir'e gelirken bindiğim servis aracında Suriye uyruklu beş kişi tarafından saldrıya uğradım! Daha önce yolcu otobüsünde karşılaştığım bu Suriyeli grupla, aynı servis aracına bindik. Serviste oturduğum koltuğun önümdeki ve yanımdaki koltuklar boştu. Benden sonra otobüse binen bu şahıslardan orta yaşlı olanı benim omzumu dürterek, arapça birşeyler söyledi ve el işaretinden anladığım kadarıyla benden ön tarafa geçmemi istedi. İletişim kurabilmek için Türkçe ya da İngilizce bilip bilmediklerini sordum. Ve hiç bir şekilde beni dinlemediklerini görünce el işaretiyle kendilerinin boş koltuklara geçebileceklerini ve kalkmayacağımı söyledim. Fakat adam devamlı omzuma dokunup arapça bağırarak yerimden kalkmam için diretti. Bana dokunmaması gerektiğini birkaç kez Türkçe ve İngilizce tekrar etmeme rağmen davranışına devam etti. Daha sonra yanındaki kadınlar ve diğer adam da bana arapça bağırarak parmaklarını yukarı doğru göstererek “ALLAH ALLAH!”diye bağırmaya başladılar. Araya giren servis görevlisi onları boş koltuklara oturttu. Arkamda, ayakta duran adam boş yer olmasına rağmen oturmadı. Diğerleri oturdukları andan itibaren beni el işaretleri yaparak tehdit etmeye, "Allah Allah!" diye bağırarak parmaklaını devamlı bana doğru sallayıp, hep birlikte boyunlarına götürüp yatay şekilde bir işaret yaptılar. Artık iyice sinirim bozulduğundan ben de İngilizce “Bu ne ya! Nedir bunun anlamı? Ne Allahı ??? Bu ne demek?" gibi sorular sordum. Suriyeli gruptaki kadınlardan biri bana Türkçe “hayvan” dedi. Türkçe bir kelime duymanın şaşkınlığı içinde, bu insanların gözlerindeki şiddeti farkettim. O an, aniden tırmanan bu gerginlik içinde, bana devamlı ALLAH ALLAH diye bağıran, hep birden, tek bir komutla senkronize tehdit hareketlerini tekrarlayan bu insanların saldırganlığını algıladım. Bu şaşkınlık içinde bir yandan onlara ne yapmaya çalıştıklarını ve neden böyle bağırdıklarnı sormaya devam ederken, gruptaki diğer adam bana dönüp “SUS!” diye bağırdı. Ben de bunun imkansız olduğunu, çünkü şeriatla yöneltilen bir ülkede değil, “demokratik” bir ülkede yaşadığımızı söyledim... Servis şoförü ve diğer yolcular, bu beş kişinin bana karşı sözle ve ellleriyle yaptıkları tehdit işaretlerine hiç bir şekilde müdahale etmeden, ağızları açık izlediler. Bu grup, yaklaşık olarak 20 dakikalık yol boyunca bu saldırıları zaman zaman “polis” kelimesini de kullanarak, elleriyle kelepçelenme hareketi yapıp, parmaklarıyla beni gösterererk bağırmaya devam ettiler. Ben yok artık derken, yanımdaki hanım yavaşça kulağıma eğilip “Bak kızım bunlar seni öldürecekler, onlara bakma" deyince, dönüp “Kim kimi öldürecek, burası dağ başı mı? Sen, ben susarsak kim hakkımızı koruyacak? Görmüyor musunuz, her şey bu yüzden başımıza geliyor." dedim.

Yanımdaki hanımla aramızda geçen sohbet devam ederken Suriyeli grubun sözlü işaretli bağırışları hala devam ediyordu. Bu sırada servis ilk durak olan Basmane bölgesinde, tam da Çevik Kuvvet otosunun önünde durdu. Suriyeli grup, servisin durmasıyla bana bakarak hep bir ağızdan bir şeyler söylediler. Benm ne oluyor dememe kalmadan, içlerinden biri üzerime eğilerek suratıma balgamlı bir şekilde tükürdü. Ben savunma reflekiysle ellerimi yukarı kaldırıp korunmaya çalışırken, yanımda duran adam ve kadın bileklerimi tuttular. Ben ayağa kakmaya çalışırken diğer iki kadın şiddetle saçlarıma yapışıp kafamı koltuğa vurmaya ve sağa sola çekiştirmeye başladılar. O sırada arkamda duran Suriyeli adam kafama olanca hızıyla arkadan vurdu ve ben koltuğa geri düştüm. Bu arada yanımdaki teyzenin "Kızı öldürüyorlar!" çığlıkları ve şoförün beni kurtarmak için arkaya gelmesiyle kaçmak için kapıya yöneldiler. Başıma gelen ani saldırının şokuyla, beni tutmaya çalışanların arasından sıyrılarak saldırganların arkasından servisten indim.. Servis otobüsünden iner inmez göz göze geldiğim Çevik Kuvvet polislerine, üç beş adım önümde gayet rahat bir şekilde olay mahallinden uzaklaşan Suriyelileri şikayet ettim. Bana yapılan darp suçunun izlerini, ellerimdeki ve yüzümdeki çizikleri, suratıma ve saçlarıma yapışıp kalan balgamı göstererek durumu anlattım. Saldırganları yakalamak için hiç bir şey yapmadıkları yetmiyormuş gibi üstelik "bağırma!" diye beni azarlamaları üzerine kendime geldim. Suriyeli vatandaşlar(!) tüm çabalarıma rağmen gayet rahat bir şekilde ellerini kollarını sallayarak uzaklaşmışlardı! Bunu farkedince bağırarak ağlamaya başladım! İçimdeki acının nedeni yediğim darbeler değil, beni koruması gereken polisin oralı bile olmaması idi… İnsanlığın, yurttaşlık bilincinin, elimi uzattığım yerde olmamasıydı…

Daha saldırının şokunu üzerimden atmadan, indiğim servis otobüsündeki insanların şahit gösterilme korkusuyla altı yedi dakika gibi kısa bir sürede ortadan kaybolmalarının şaşkınlığını yaşadım! Yanımda kalan tek kişi olan servis şöförü, 155'i aradı. 25 dakika sonra gelen polisler, suçluları teşhis için beni yanlarına alıp polis otosuyla o bölgede 2 saat gezdirdiler... Polis, Suriyelilerin yaşadıkları otelleri tek tek dolaştırıp eşkallerini belirlememi istedi. Orada yoklardı…

Gezdirildiğim her yer tam Suriye gibiydi... Bu kadar insan, bize gösterilmeden nasıl ve ne zaman buraya yerleştirilmişlerdi?

Tarihi bir alan olan Basmane'nin merkezinde ve ara sokaklarındaki 500-600 otelin hepsine devletin ödediği paralarla Suriyeliler yerleştirilmişlerdi. Ben polis otosunun arka koltuğunda ağlayarak, bir film şeridi gibi gözümün önünde canlanan büyük resmi görmüş olmanın acısını ve korkusunu yenemeden karakola götürüldüm. İfademi verdikten sonra, darp izlerinin tespiti için doktor raporu almak üzere adli tıp'a sevkedildim. Orada tedavi edilebilir kesin darp raporum polise verildi.

Bugün; tam oniki gündür beklemekteyim… 

Ülkeye giren her mültecinin fişlendiğini, izlenmekte olduğunu söyleyen devlet yetkillilerine soruyorum: Servis aracında bulunan kamera kayıtlarına ve bilet satış noktasında kayıtlı kimlik bilgilerine rağmen hala bulunamayan bu Suriyeli saldırganlar kimlerdir? Dört Çevik Kuvvet polisinin beş adım ötesinden suçları bildirildiği halde rahatlıkla geçerek gözden kaybolan bu saldırganlar nerede?

Sonradan öğrendiğime göre, her birine maaş+çocuk yardımı verilen ve kucaklarındaki bebek nüfusundan anlaşıldığı kadarıyla bu topraklarda hızla çoğalmaya devam eden bu insanlar, neden buradalar??? Gözlerindeki vahşeti ve saldırgan şiddetlerini gördüğüm; medeni bir ortamda ricayla halledilecek bir durumu beni darp ve tehdit edecek düzeye tırmandırmaları kaçınılmaz olan bu insanlar neden mülteci kamplarında değil de aramızda? Hiç bir sosyolojik, psikolojik değerlendirmeleri, suç potansiyelleri, algılama ve uyum yatkınlıkları incelenmeden aramıza sesizce sokulan bu kişiler kimler? Küçük bir araç içinde böyle bir darp suçu işleyen kayıtlı mülteci misafir(!)ler bir haftadan fazla sürede bulunamazken, ülkelerindeki savaş bittiğinde nasıl toplanıp geri gönderilecekler? Bu sorular benim kafamı karıştırıyor. 

Büyük resim o kadar tehlikeli ve korkunç ki; bu yalnız benim değil, yarın hepimizin sorunu olacak! 15 koltuklu bir servis otobüsünde bu yaşanıyorsa, benzer bir olayın sokak arasında yaşanması durumunda, bu insanların karşılarındakini sadece dövmekle bırakacaklarını hiç sanmıyorum. Soruşturma sırasında aldığım gayri resmi bilgilere göre; Suriyelilerin yalnız bu bölgede değil, Türkiye genelinde ölümcül suç ve tecavüz vakaları olduğu, her ne hikmetse bunların üstünün özenle kapatıldığı, 155 ekip otalarının yeteri kadar göreve çıkarılmadığı bilgilerini aldım. Ayrıca Çevik Kuvvetin 155 gelene kadar suçluların kaçmasını engellemesi ve olay yerine ulaşan 155 ekibine teslim etmeleri gerektiğini ama benim başıma gelen saldırı sırasındaki çeviklerin bu görevlerini yapmadıklarını öğrendim.

Size soruyorum? Hangi ülke savaştan kaçan sığınmacıları bu kadar rahat ve sınırsız bir şekilde TOPRAKLARINA BUYUR EDER?! Ülkesininin genelinde yaşama ve yerleşme hakkı vererek cebine aylık maaş koyar?!!

Şu anda, İzmir'e, Ege Bölgesi geneline, sahil şeridine bu insanlar yerleştirildiler!!! Bunların tam nüfus kayıt rakamları ne? Kayıtları kim ve ne şekilde tutuyor? Sadece arapça bilen bu insanlar yöre insanlarıyla nasıl anlaşıp, nerede birleşecekler..? Ayrıca kendi vatandaşı açlık, yoksulluk, işsizlik ve geçim derdinin pençesinde kıvranırken, ülkemizin sınırlarını bu insanlara hangi yasalara dayanarak KOŞULSUZ AÇILABİLİYOR? 

Zulüm görmüş gibi değil, zalim gibi saldırgan bu insanları neden aramıza sızdırdınız??? Yerleştirdiğiniz bölgedeki halka bunu sordunuz mu??? Bu halkın güvenliğini nasıl sağlayacaksınız? Benim başıma gelen bu olayda bu kadar belge-kanıt-tanık varken hala bulamadığınız bu insanları sonra nereden bulacaksınız? 

Ben bana yapılan bu saldırının hesabını, kime soracağım??? Yoksa tecavüze uğramadığım, öldürülmediğim için şükredip, yarın bir başkasının başına geldiğinde, derin bir nefes alıp, oh, iyi ki ben değilmişim mi diyeceğim?? Ülke geleceğini, bizlerin ve çocuklarımızın geleceğini ilgilendiren bu sorun, çok acil irdelenerek sonuca ulaştırılmalıdır!

Bu soruyu buradan, insanlık haklarımıza, vatandaşlık haklarımıza dayanarak, ülkem için herkese soruyorum: KİM BU SUÇLULAR, NEREDE?

Saygılarımla,
Banu Özçelik
İzmir