Mustafa Yıldırım

Mustafa Yıldırım

NE YASI … KALLEŞLİK UNUTULDU MU SANIYORSUN?

 

Medine’den yola çıkan Türk birlikleri trenle çölü geçip Lut gölünün güney doğusundaki Maan şehrine giderken Faysal kuvvetleri Medine’de çakılıp kalmıştı. Üstelik Şerif Hüseyin bin Haşimi son anda diretip padişahtan 60.000 altın daha koparmıştı.

Çok değil, bir yıl geçmeden Arap aşiretleri Cidde’de, Mekke’de, Taif’te, Medine’de Osmanlı askerlerine karşı saldırıya geçince anlamışlardı işin aslını.

Mekke’de Şerif Hüseyin bin Haşimi, Osmanlı Paşasının ve Osmanlı askeri kıtasının şaşalı töreniyle ‘Hacı’ olurken, oğlu Faysal, Kahire’de İngiliz Yüksek Komiseri Sir Henry McMahon ile anlaşmanın son satırlarını bağlıyordu.

İngilizler, Haşimilerin Arabistan’dan Anadolu’ya uzanan topraklarda bir krallık kurmalarına yardım etmeyi, aşiret adamlarına askeri eğitim, yeterli silah vermeyi kabul etmişti.

KABE’DE KIRBAÇLANANLAR, YAKILANLAR

İskenderiye esir kampında Mülazimi Sani Denizlili Fahri, arkadaşına döndü; “Bana bak, Aziz!” dedi, “Sen Mekke’deyken Arapların bize saldıracağını öğrenebildin miydi?”

Mülazimi Sani Tokatlı Aziz donup kaldı. Ciyad kalesinde yaşadıkları kuşatmayı unutmak için her gece Allah’a yalvarıp duruyordu. Sesi ölgündü:

“Doğru diyorsun. O işi ancak Kâbe’den ezan okunurken Arapların mermileri üstümüze yağmaya başladığında anladık.”

“Hamidiye hükümet binasını korumakla görevli Arap jandarmalar olacakları önceden biliyormuş gibi sırra kadem bastıklarında da anlayamadınız…”

Aziz, “Ciyad kalesinin burcundaydım” dedi ve ekledi:

 “Şerif Hüseyin’in adamları hükümet binasına tulumbalarla gazyağı püskürtüp ateşe vermişlerdi.”

Öfkelenmişti Aziz:

 Biz kaleyi kuşatanları geri atmaya çalışırken hükümet binasındaki arkadaşlar akşama dek direndiler, çaresiz kalınca teslim oldular.”

Başını öne eğdi, sesi kısılmıştı:

“Bir yanda Kâbe’nin örtüsü yanıyor, öte yanda ellerinden zincirlenen zabitler yerlerde sürükleniyordu. Mülazimi Sani Şükrü ve Kâmil’in kırbaçlanarak öldürüldüğünü sonradan duyduk.”

Fahri bir of çekti:

“Biz de Hüseyin’in oğlu Abdullah Taif’te bizi kuşatılınca anladık durumu. Teşkilatı Mahsusa doğru dürüst çalışsaydı, Taif’te tıkılıp kalmaz, isyanı Mekke’de bastırırdık.”

Aziz “Kim bilir, belki” demekle yetindi. Sesinde hayıflanmayla karışık, ödevini yapamamış olmanın yarattığı eziklik vardı.

*

Yukarıdaki satırları, belgeye dayanan 59 Gün’den aldım. Bizimkilerin ellerini avuçlarında yoğuran Arap kralları için yasınızı bölmek istemediğimden bazı olayların ayrıntısına girmedim:

“Der’a istasyonunda yaralıları, kadınları, çocukları boğazlarını keserek öldüren, Şam yakınında Rabua vadisinde düşman ateşinden kaçan Türk ailelerini boğazlayanları, Şam’da Tüğrk mahallesini yakan, Askeri hastanedeki yaralı askerleri ve hemşireleri, doktorları, Halep’te Türk aileleri, askerleri katledenleri…

Medine’de, Taif’te Haşimi oğullarının kuşatmasında açlıktan ölen Türk askerlerini, Kudüs’te İngiliz işgal beyannamesini alkışlarla karşılayan Filistinli Arapları… vb.

Daha önce de yazılarımda “Araplara yurdumuzu işgal ettiriyorlar” diye yazmama içerleyen kendisilerin de Arap olduklarını belirten yurttaşlar oldu. Böyle öfkelenmeden önce işgale karşı çıkmalılar ki biz de ölçümüzü tutturalım!

Araplık kökenine sarılarak Türk devletinin yıkılmasına seyirci kalanlar, Cumhuriyetimize içerden dışarıdan her türlü kötülüğü edenleri besleyen Arap krallarının yasını tutabilirler!

Ancak kusura bakmasınlar!

Biz bugünlerde “Türk” olduğumuzu anımsamaya başladık!

faysal.jpg

 

Not: Türklerin Mekke’yi korumak için yerleştikleri el-Ciyad kalesini yakınlarda yıkarak 5 yıldızlı otel yapan Suud krallarını, o kralların dizi dibine koşanları Türkoğlu asla unutmayacak! Ayrıntılar için 58 GÜN, 4. Basım.  25 Ocak 2015

Önceki ve Sonraki Yazılar