Müslümanlar apartmanda oturmamalı!

Müslümanlar apartmanda oturmamalı!

Milli gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi, yine ilginç bir çıkışta bulundu. “Müslümanlar apartmanda oturmamalıdır. Apartman İslam kültürüne ve zihniyeti uygun bir mesken değildir” diyen Eygi, imkânı olan her Müslümanın küçük de olsa bahçeli bir evde oturması gerektiğini belirtti.


İşte Eygi'nin “Mal mı Yuva mı?” başlıklı o yazısı:



Bir İslam evi var mıdır?.. İslam medeniyetinde ev kültürü nedir?.. Müslümanların çok lüks, çok konforlu, çok yüksek rezidanslarda, apartmanlarda, towerlarda ikamet etmeleri caiz midir?..

Kur’an, Sünnet, İslam ahlakı ve bilgeliği israfı kötülemiş, haram kılmıştır. Binaenaleyh mesken konusundaki bütün israflar haramdır.

İslam hikmetinin temel kurallarından biri, her şeyin orta olanının iyi olduğudur. Mesken konusunda da orta olmakta yarar vardır.

İslam’da evler mal değil yuvadır. Evi yuva olmaktan çıkartıp, mallaştırmak kültürel bir sapıklıktır.

Müslümanlarda apartmanlarda oturmasınlar da toprak ve ilkel evlerde mi otursunlar?..

Evet, Müslümanlar apartmanda oturmamalıdır. Apartman İslam kültürüne ve zihniyeti uygun bir mesken değildir.

Bugün bütün medeni ülkelerde yeni inşa edilen meskenlerin yüzde doksan beşi bahçeli bağımsız, müstakil evdir.

Kimse toprak evleri küçümsemeye kalkmasın. Bütün medeni dünyada toprak mimarisi yaşamakta ve yaşatılmaktadır. Fransa Strasbourg’da CRAterre Toprak Mimarisi Enstitüsü faaliyet göstermektedir. Nice yüksek kültürlü insan topraktan yapılmış, içinde yeterli konforu olan evlerde yaşamaktadır.

Bırakın toprağı, ABD’de ve Avrupa’da samandan evler yapılmaktadır. Lütfen internete /maison en paille/ kelimeleriyle giriniz, bilgi edininiz, resimlerini görünüz. Sanırım bizde de, Trakya’da samandan evler yapılmıştır.

Bizdeki bugünkü beton aşkı, hayranlığı, tutkusu, çılgınlığı medeniyet değil medeniyetsizliktir.

Kültür seviyemiz çok düştü. Evlerimizin mal mı yuva mı olduğu konusunda bile tereddüt içindeyiz.

Japonya bizden bin kere kültürlü ve ileri. Ülkenin sayılı zenginlerinden Toyota’nın sahibi, Tokyo’da yetmiş beş metre karelik bir meskende oturuyor.

Gösteriş, gurur, kibir, şatafat, aşırı konfor, aşırı tüketim, jakuzi, fotoselli musluklar, mutfakta ördek kızartma fırını ayrı tavuk kızartma makinası ayrı… Züppelik, züppelik, züppelik…

Benim çocukluğumda halkın çoğunluğu Türk evlerinde oturuyordu. Son kırk elli yıl içinde Türk evlerinin köküne kibrit suyu döktük, canına okuduk.

Almanya’da ve diğer medeni ülkelerde eski meskenler titizlikle ve hassasiyetle korunuyor, restore ediliyor ve içinde oturuluyor. Soruyorum: Şu yirmi beş milyonluk İstanbul’da hâlâ ahşap bir Türk evinde oturan zengin bir aile gösterebilir misiniz?

Soysuz, bayağı, adi bir kitsch kültürünün bataklıklarında çırpınıyoruz.

Sadece Kemalistler, laikler, çağdaşlar aliéné olmadı; maalesef Müslümanlar da.

Hacı bey Karun kadar zengin, evine gidiyorsunuz salona rezalet bir fabrika halısı sermiş. Ya ne sermesi gerekirdi? Gördes… Uşak… Bünyan… Kafkasya… İran… Orta Asya…

Parası var ama salonuna harika bir hüsn-i hat levhası asacak aklı ve kültürü yok. Bu ne korkunç fakirliktir!

İmkânı olan her Müslüman küçük de olsa bahçeli bir evde oturmalıdır. Bahçeli evle de bitmez… Salonunu ve evinin dekorasyonunu göreyim, senin ne mal olduğunu söylerim.

İmkânlı ve zevk sahibi Müslümanın evine davet edildiniz, salonunun kapısından içeri girdiğiniz vakit içerideki kültür, medeniyet, sanat, zevk sizi hayran bırakmalıdır.

Adam otomobil fetişisti… telefon fetişisti… cep bilgisayarı fetişisti… kostüm, gömlek, kravat… Bir kol saatine elli bin lira vermiş… Kimisinin marinada yatı var… Lakin milli kimlik, milli kültür, milli sanat bakımından sıfır. Ne yapayım ben böyle adamı…

Fakirin hiç olmazsa mazereti var. Ağabey param yok ki, bu dediklerini yapabileyim.

Şu Müslüman zengine bakın bilgisayarlı cep telefonu iki bin beş yüz lira, cebindeki kalemi bir liralık tükenmez kalem. Vah vah, tüh tüh…



“İkinci yazı”

İyi mi Kötü mü?

Halkının büyük ve ezici çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede işlerin iyiye gidip gitmediği nasıl anlaşılır?

İslam’ın ölçüleri, değerleri, mihenk taşları vardır. Durumu, olup bitenleri, yapılanları ve yapılmayanları bu ölçülere vurursunuz, neticeye ulaşırsınız. Bunların bazılarını aşağıda yazıyorum:

1. Kur’anın kesin hükümleri, emirleri, yasakları, öğütleri vardır.

2. Peygamberimizin (Salât ve selam olsun ona) emirleri, yasakları, öğütleri vardır.

3. Müctehid imamların, ulemanın, fukahanın Kur’andan ve Sünnetten çıkarttığı hükümlerin bütününe Şeriat denir. Şeriat, bir açıdan İslam demektir. İşte ülkedeki durumu, olup bitenleri bu Şeriat ölçülerine vurursunuz, gidişat iyi midir kötü müdür anlarsınız.

Bu söylediklerim objektif İslam ölçüleridir.

Bir de sübjektif ölçüler vardır. Onların bazısına göre her şey tozpembedir, büyük ilerleme vardır. Bu sübjektif değerlendirmeleri genellikle hizipçiler, fırkacılar, cemaatçiler, sektçiler, holiganlar yapar.

İslam dininde Kelime-i Şehadetten sonra dinin en önemli şartı ve kurumu beş vakit namazdır. Halkın yüzde doksanı farz namazlarını eda ediyorsa o Müslüman toplum iyidir, halkın sadece yüzde onu namaz kılıyorsa kötüdür.

İslam faizi ve ribayı haram kılmış, Şeriata uygun ticareti helal kılmıştır. Müslüman bir ülkenin ekonomisi faiz ve para ticareti üzerine oturmuşsa orada İslami bakımdan durum iyi değildir. Faiz ve riba yok onun yerine

karz-ı hasen varsa durum iyidir.

Kur’an, Sünnet, Şeriat, Fıkıh zinayı büyük suç olarak görüyor. İslam hukukuna göre başından evlilik geçmiş kimseler zina ederlerse, suçları sabit olduğu takdirde recmen idam edilir. Bir İslam ülkesinin ceza kanununda zina suç sayılmıyorsa, oradaki durumun iyi olduğu söylenemez.

Bir İslam ülkesinin durumunun iyi mi kötü mü olduğunu anlatan kıstaslardan biri Cuma ezanından sonra çarşıların ve pazarların, dükkânların, iş yerlerinin, atölyelerin kapatılıp Müslüman ahalinin camilere gitmesidir. Bu yoksa oradaki duruma iyi denilemez.

Bir Müslüman, durum hakkında kendi hevasına, re’yine, kaprislerine, asabiyetine göre değerlendirme yapamaz, hüküm veremez. İyinin kötünün, doğrunun yanlışın, güzelin çirkinin ölçüleri bizim keyfimize bırakılmamıştır; Kur’an, Sünnet ve Şeriat ne diyorsa onlara itibar edilecektir.

Ülkede Kur’ana, Sünnete, İslam ahkâmına, İslam ahlakına aykırı bir sürü pislik, yanlışlık, batıl var ama bizim cemaatimiz veya grubumuz kendi çapında şu veya bu hizmetleri yapıyormuş, binaenaleyh durum çok iyiymiş… Bu dar düşünce tarzı İslam mantığına uymaz.

Türkiye’yi bir bütün olarak ele alacaksın ve öyle değerlendireceksin.

Çok büyük bir gemidesin, on beş katlı… Alt katlarda büyük düzensizlik var, gemi su alıyor, sen ve senin yaranın üst katta tertemiz, konfor içinde... Üst kata bakıp değerlendirmek sağlıklı bir değerlendirme olmaz.

İslam dünyası içinde Türkiye’nin çok seçkin ve mümtaz bir yeri vardır. Türkiye asırlar boyunca İslam’a hizmet, ila-i kelimetullah etmiştir. Türkiye bütün İslam dünyasına karşı sorumludur. Bir buçuk milyar Müslümanın vebali bizim üzerimizdedir.

Son bir asır içinde yapılan hataları, işlenen günahları telafi etmemiz gerekir.

İslam dünyasında yine en düzgünü bizim ülkemizdir edebiyatını bırakalım artık.

Gerçekleşir mi bilmiyorum, on kişilik bir Müslüman aydınlar, düşünürler, âlimler, fakihler, bilgeler, tarih felsefecileri heyeti toplansın ve Kur’ana, Sünnete, Şeriata, İslam ahlakına, evrensel bilgeliğe göre Türkiye’nin durumu iyi midir kötü müdür, iyiye mi gitmektedir kötüye mi gitmektedir