MİNE BEYBİSİ İLE PARİS VE MADRİD’E

Kitapların dünyası bana nedense hep özgürlük anımsatmıştır. Kitapçılara gider, dakikalarca kitaplara bakarım bazen. O ruhumu titretecek, “Beni al, beni al” diyecek çıkar mı diye tararım yüzlerce kitabı. Kimi kapağıyla cezbeder beni. Kapağı hoşuma gitti diye kitap almış bir adamım ben. Hikayesini okuduğumda da ruhumu daraltanlar da oldu. İnsan-kitap ilişkisini iki insanın ilişkisine benzetirim hep. O kitap seni cezbeder, alırsın ve okursun; ya beğenirsin ya da o kitaptan nefret edersin. Ama mutlaka okursun. 

 

Bazı yazarlar vardır, beni kaleminin tarzıyla çeker; bazı yazarlar vardır beni tilt eder. Bazı yazarlar vardır ki evlere şenliktir. Kaçacak delik ararsın.

 

Sosyal medyada yorumlarıyla, paylaştıklarıyla beni cezbeden bir yazardır Mine G. Kırıkkanat. Laf ebeliği, hazır cevaplığı, zeka kokan yazıları; hah işte dedim, Mine Hanım imiş aradığım Türk yazar.

 

Keşfettim ya cılkını çıkarırım. Öyle de bir huyum vardır. Dipsoman gibiyim adeta. Dibini görene kadar tüketmem gerek (Ay ben deli miyim acabası?) illa. Popstar falan olsa evimin her yerini posteriyle donatırım; o derece yani. Neyse ki Mine Hanım, tükenmez öyle kolay kolay.

 

Şimdiye kadar üç kitabını okudum. New York kitabını kendimce değerlendirmiştim “Bir Çırpıda Okudum” yazımda. Demiştim ya Hong Kong’a gittim kitaplarımı okudum bitirdim diye. Türkiye’ye ayak bastım, soluğu hemen İstiklal Caddesi’ndeki Mefisto’da aldım. Paris kitabını aldım Mine Kırıkkanat’ın. İki günde bitirdim. 

 

BENİ PARİS’E GÖTÜRDÜ 

 

Paris, kimine göre aşk şehri, kimine göre itibar meselesi. Bana göre ise itici. Ciddiyim; Paris’i hiç sevmem. Bir kere gittim; zor kaçtım oradan. “Bu mu aşk şehri Paris?” dedim. Anlamı Yunanca evlilikten geliyor Paris’in. Acaba bu yüzden mi aşk şehri dedim içimden. Ruhum daraldı; içime ufunetler bastı Paris’te. Bir de çok popüler ya Paris, itici geliyor bana bu yüzden de. Popüler şeylerden pek hazetmem açıkçası.

 

Mine Kırıkkanat, Paris kitabıyla bir nebze olsun sevdim. Enine boyuna tüm gözlemlerini aktarmış kitabında. Gidilecek yerleri serpiştirmiş cümleler içine. Şehrin hem tarihini veriyor; hem İstanbul ile karşılaştırıyor hem de inceden inceden dokunduruyor. Yaşadıklarını, gördüklerini ve hissettiklerini irrite etmeyen bir dille aktarıyor okuyucuya. Sizi böyle içine çekip Paris’e götürüyor ve “Al; geberene kadar yaşa ve hisset Paris’i. Ya seversin ya nefret edersin zaten, ama asla kayıtsız kalamazsın. Paris seni oyar; yok sayılmaya gelemez çünkü” der gibi döver cümleleriyle.

 

Ben en çok o dilenci taklidi yaptığı bölümü sevdim kitapta. Ay bilmiyorum işte, ben sevdim kitabı ve biraz olsun itici bulduğum Paris’e karşı sempati beslemeye başladım. Bir daha gidersem, başka gözle değerlendireceğim Paris’i.

 

MADRİD’E, DAHA DOĞRUSU HİSPANYA’YA GİTTİM GELDİM

 

“Mine G. Kırıkkanat, yeni kitap çıkartıyormuş. Koşun kızlar. Eğlence çıktı bize” dedim içimdeki çocuklara Madrid kitabının çıkacağı haberini alır almaz. Pazartesi çıkacak dendi ya bana; Mefisto, Remzi ve hatta sevmediğim, ayaklarımın kapısında ters ters gittiği D&R’a bile baktım çıktı mı diye. Yok. Beni bir sinir aldı. Hırs yaptım adeta. Utanmasam kitapçıların kapısında kamp kuracağım. O kadar inat ettim. “Ay ne münasebet gelmedi?” diye cırladım kasiyere. O kadar hırslandım ki twitter’da bile “O kitap bugün de çıkmamışsa soyunma eylemi yapacağım; akşama haberlerde görürsünüz” bile dedim. Arkadaşım deli olduğuma hükmetti o an. Oysa ben hep derim “Ben dünyanın en normal insanı benim” diye. Deliliğini bilen ve öyle seven biriyim. Bu normallik değil de nedir?

 

Allah’tan soyunma eylemi kararı aldığım gün kitabın çıktığını gördüm ve hemen aldım. Kaçırır mıyım hiç? Türkiye, büyük bir eylemden kurtuldu böylece. Kurtardı milleti büyük bir işkenceden kitap. 

 

Gece mutfakta başladım okumaya. Bizim evde mutfak önemli bir yerdir. Evde bir tek mutfakta sigara içilir. Beş kedi ve bir köpek var. 14 yaşında ölen köpeğimiz için aldık aslında bu kararı. Astım idi ve kalp büyümesi vardı. Onu dumandan korumak içindi bu karar. Gelen misafir bile uymak zorunda bu karara bizim evde. 

 

Madrid kitabı daha Sunuş ile beni vurdu. O ne güzel bir teşekkür etmektir yahu. Demokrasi şehidimiz Uğur Mumcu’yu ve diğer kıymetli gazetecileri ne güzel yad etmektir bu. 

 

Henüz gezmediğim ama takık olduğum Madrid’i anlatmış Minnoş. Hooop içine aldı beni kitap. Oturttu beni bir kapsüle, kah Franco zamanına, kah günümüz İspanya’sına götürdü götürdü durdu. 

 

Mine Hanım ile çocukluğuna gittik beraber. O sobalı okulundaki Minik Mine hallerini gördüm. Araya mutlaka Türkiye’yi esir almaya başlayan ve benim onaylayan, imzalayan ve uygulayanlara sürekli lanet okuduğum Marshall yardımlarını da yerden yere vurmuş Mine Hanım aslında satır aralarında dolaylı olarak.

 

Çocukluğuyla ezildim; içim cız etti. Pandispanya özlemini gidermek için elinden tutup “Al kız; çatlayana kadar ye, hepsi senin” diyecek kadar oldum. O anda kasa kasa pandispanyayı kapısına yığmak geldi. Bu arada pandispanyanın anlamını da öğrendim.

 

Hoop oradan kapsülle gittik Bilbao’ya. Daha ilk cümlesinde “Ay kıyamam ya; o kadar mı özledin Türkiye’yi” dedim. Memleket hasretiyle parçalandı içim. Uçağa koyup “Git kız; doya doya gez Türkiye’yi gel” diyecektim neredeyse. Bilbao’daki o Türk teyzelerle eğlenceli dakikalar yaşadım oracıkta. 

 

Ve İspanya’nın asi bölgesi Katalonya’ya götürdü beni Mine Beybisi. Hani şu son yıllarda bağımsızlık isteyen, Barcelona’nın olduğu bölge. O bölüm işte kitabın en can alıcı bölümü. Katalanları yerin dibine sokuyor; bir taraftan da Türkiye’deki ayrılıkçılara veriyor veriştiriyor. 

 

Gerçekten iki kitabına da bayıldım. En çok Madrid’i sevdim. Yanımda olsa o yanaklarını mıncırcaktım kitap için. 

 

Eh artık bir ara imzalatırım da. İmza günü falan olursa aslında toplu götüreceğim kitaplarını. Her birini imzalatacağım. Ay çok mu olur? Kızcağız bunalmasın sonra. Fenalık gelir vallahi imzalamaktan.

Önceki ve Sonraki Yazılar