Milletvekilleri Yemininizi Unutmayın!

 MİLLETVEKİLİ YEMİNİ


  • Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, 
  • Milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, 
  • Hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma,
  • Toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma, 
  • Büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.

Devletimizin Varlığı ve Bağımsızlığı Tehlikededir…
Vatanın ve Milletin Bölünmez Bütünlüğü Tehlikededir…

Devletimizin varlığı ve bağımsızlığı, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü tehlikededir. Milletvekilleri, huzurumuzda namus ve şerefleri üzerine yemin etmiş ancak daha bu yeminin birinci fıkrasını bile koruyamamışlardır. Dünyadaki duruşumuz berbat, güneydoğu politikamız bir felakettir. Bunun dışındaki bütün demeçler,  açıklamalar ve istatistikler aynen ekonomik durumumuz konusunda hükûmetin çizdiği pembe tablo kadar yanlış ve yanıltıcıdır.

Hükûmet tarafından barış ve kardeşliğin tesisini amaçladığı iddia edilen güneydoğu politikasıyla ülkemizin yarını, bugünden daha karanlık bir ipotek altına girmiştir. Çetesinin terör örgütü, kendisinin de bu çetenin lideri olduğu uluslararası camiada da onaylanmış olan terörist başının, tıkılı olduğu delikten bu bölgenin politikalarını yürütmesine göz yumulmakta, çanak tutulmakta, medet umulmaktadır. Bugüne kadar ödenen diyetler ve dökülen şehit kanları hiçe sayılarak ona bu paye verilmektedir.

Kuzey Irak, Kuzey Suriye, Kürtler, Hizbullah derken güneydoğu sınırımız maalesef dünden daha sıcak bir bölge olmuştur. Dünyada ne kadar gizli servis varsa bunların on binlerce ajanı bölgede ve ülkemizde cirit atmaktadır. Sınırların yeniden çizildiği bölgede başımıza gelecek her türlü musibetin sebebi maalesef ki haricilerden çok Atatürk’ün sözünü ettiği dahilî bedhahlardır. Düne kadar birbirine saygı ve sevgi ile bağlı olan aynı mahallenin sakinleri; Kürt Bakkallar, Laz Manavlar, Arnavut Ciğerciler, Ermeni Ustalar tarih boyunca kendilerini ne yazık ki hiç birbirinden bu kadar ayrı düşmüş hissetmemişlerdir.

Millet Zaten Hiçbir Zaman Egemen Olamamıştır, Şimdi Artık Umudu da Kalmamıştır…

Bu seçim sistemi ve barajı milletin egemenliğine engeldir. Atılan her bir oy mecliste temsil edilme hakkına sahiptir. Bu yüzden seçim barajı kaldırılmalıdır. Seçim barajında indirim yapmak bu millete yapılabilecek en kötü hakarettir. Önkoşulsuz kaldırılmalıdır. 

2013 Mayıs ayında CHP tarafından seçim barajının yüzde 3’e düşürülmesi konusunda bir yasa teklifi verilmiş ancak AKP ve MHP’nin görüş bildirmekten bile imtina ettiği bu teklifin yapılan oylama sonunda gündeme alınması reddedilmiştir. Milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağına huzurumuzda namus ve şerefleri üzerine yemin edenler, millete egemenliğini vermemekle yeminlerine ihanet etmektedirler.

Hukukun Üstünlüğü mü, Şaka mı bu?

Bunun hakkında hiçbir şey yazmayacağım. Birçok vatanseverin hangi hukukla tutsak edildikleri hepinizin malumudur. Ayrıca o meclisin Adalet komisyonunda Yargıçlar Sendikası Başkanına yapılan uçan tekmeli, Ana Muhalefet Partisi Genel Başkan Yardımcısına genel kurulda yapılan yumruklu maganda saldırıları daha dün olmuştur. Başbakan da bunları kınayıp cezalandırmak yerine tam tersine yüreklendirmeyi seçmiştir. Bütün bu durumu destekleyen, çanak tutan veya engel olmaya çalışmayan her bir meclis üyesi yeminine ihanet içerisindedir. 

Demokratik ve Laik Cumhuriyet mi? Yok öyle bir şey!  

Demokratik kelimesiyle, içinde bulunduğumuz durumun tek bir ortak noktası vardır. O da kelimenin başındaki ‘D’ harfidir. Zira yaşadığımız düzen, Demokrasi elbisesi giydirilmiş bir Diktatörlükten başka birşey değildir. Başımızda halka ait olan her şeye ‘Benim’ diyen bir Başbakan vardır. Benim polisim, benim genelkurmay başkanım, benim içişleri bakanım, benim doktorum, say sayabildiğin kadar… Benim dediklerine de gerçekten kendisininmiş gibi davranmakta, ne yazık ki onlar da bu durum karşısında kulluğu seçerek boyun eğmekten başka bir şey yapmamaktadırlar. 

Başbakan, mitinglerinde izleyenlerine kefen üzerinden gönderme yaparak ‘ölümlü ama cesur adam’ rolünü oynuyor. Ancak ölümlü olmayı da bir türlü içine sindiremediği her halinden anlaşılıyor. Aslında içinde durduğu bedende bir kiracı olduğunun, her ölümlü gibi bir gün gerçekten doğada gübre olarak varlığını sürdüreceğinin hesabını yapmıyor. Kendisine Allah’ın vasıflarını atfedenlere, peygamber benzetmesi yapanlara bile ‘hoop, ne yapıyorsunuz?’ demiyor. Bu durum karşısında dayanamayan Meclis Başkanı bu görevi onun adına yerine getiriyor.  

Laikliğe gelince; Diyanet İşleri için genel bütçeden ayrılan payın, sağlık ve eğitimin defalarca fazlası olduğuna dikkatinizi çekmek isterim. İmam-Hatip liselerinin kuruluş amacı da aslında din adamı yetiştirmektir ancak şu anda devleti yöneten kadrolar çoğunlukla buralardan yetişen imamlardır. Mühendisler, doktorlar, teknik elemanlar, bilim adamları hep bu imamların yönetiminde çalışmaktadırlar. Meclis bundan gocunmamakta, gocunuyorsa da gereğini yapamamaktadır. 

Başbakan’ın iki lafından biri başörtüsüdür ve dolayısıyla yapmış olduğu da başörtüsünün suistimalidir. Kadınlarımızın hüsn-ü niyetle başlarına örttükleri mukaddes örtü onun diline dolanmış ve dinî amacından tamamen uzak bir mecrada, politik amaçla kullanılmaktadır. Dualar ve beddualar meclis kürsülerinde bilimin ışığından daha fazla yer bulmaktadır. Karanlık kafaların makama gelir gelmez ilk yaptıkları icraat, binlerce yıl öncesinin tuvalet geleneğine geri dönerek modern tuvaletlerden eski tip alaturka tuvaletlere dönmek olmuştur. Beyinleri, orada otururken ayaklarına sıçrayan pis sulardan abdestlerinin kaçacağını göremeyecek kadar karanlıklara karışmıştır. Bu iktidar da hocalarının bu mantığını aynen sürdürmektedir. Koca bir meclis abdestsiz dolaşmaktadır(!).

Din ile devlet işlerini ayıran, ancak, aslında dinini yaşamak isteyenlere bu manada özgür alan yaratma görevini de devlete yükleyen bir yönetim şekli olan Laiklik ilkesi, kendisini namus ve şerefleri adına korumaya yemin etmiş olanlarca her fırsatta budanıp çiğnenmektedir. Meclis bunu seyretmektedir.

Atatürk inkilaplarına bağlı kalacağına namusu ve şerefi üzerine yemin etmiş olan Başbakan, Ulu Önder’in adını sadece bu yemin metninde anmakla yetinmiş ve bir daha da adam gibi adını anmayı içine sindirememiştir. Onun sayesinde oturduğu o koltukta onun Türk milletini ileriye götürmeyi hedefleyen inkilaplarını da yerle yeksan etmeyi görev bilmiştir. Meclis bunu seyretmiştir, seyretmektedir ve hatta bir kısmı daha ileri giderek bu vahim duruma alkış tutmaktadır.
 
Toplumun Huzur ve Refahı, Milli Dayanışma Kalmış mıdır? 

Toplumun huzur ve refahı kalmamıştır. Tarihimizin hiçbir döneminde maruz kalmadığımız kadar ayrışma içine düşürüldüğümüz aşikardır. Toplum sürekli gerilmekte, kırılganlığı artmakta, kışkırtılmaktadır. Başbakan, mecliste vuku bulan magandalıklar nedeniyle milletten ve maruz kalanlardan özür dileyeceğine daha da beteriyle tehdit etmiştir. Koskoca meclisin koca koca(!) adamları bu durumu sadece seyredebilmektedir. Başbakan, Halk'a dayanışma yerine kürsülerden açık açık ihbarcılığı ve ispiyonculuğu salık vermektedir. 

Adalet Anlayışı İçinde Herkesin İnsan Haklarından ve Temel Hürriyetlerden Yararlanması Ülküsü Diye Bir Şey Yoktur…

Adalet yoktur, hukuk yoktur. Bu nedenle, adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsü de yoktur. İnsan hakları zaten çoğu zaman olmamıştır. Daima güçlünün hakkı olmuş, zavallı güçsüzün hakkı yenmiş, çalınmış, çiğnenmiştir. İktidarı ve muhalefetiyle, namus ve şerefi üzerine yemin ederek halk adına göreve başlayan meclis bunu daha ne kadar seyredecektir?

Anayasaya sadakat kalmamıştır…

Anayasaya sadakat üzerine namus ve şerefi üzerine yemin edenler ertesi gün o anayasayı çöpe atıp çıkarlarına uygun yenisini yapmanın telaşı içine girmişlerdir. Üstelik hiçbir zaman değişmemesi öngörülen, çimento kabul edilen maddeleri de değiştirmeyi kafalarına koymuşlardır. Üstüne el basılarak namus ve şeref üzerine yemin edilenin tuvalete atılması ne kadar doğruysa bu da o kadar doğrudur. Kutsal kitaplar ruhun ve insanın iç barışının ilacı, anayasalar da toplumsal barışın kılavuzudur. Aynı saygıyı hak ederler.

O Yemini Büyük Türk Milleti Önünde Ettiğinizi Unutmayın…

Büyük Türk Milleti huzurunda namusu ve şerefi üzerine yemin etmiş ama Türk kelimesinden utanıp ‘Türküm’ diyemeyen bir Başbakan vardır. Resmi kurum ve kuruluşlardan Türk, Türkiye adlarını kaldırmayı kafasına koymuş… Okullardaki ‘Andımız’ı kaldırmış… Ona hep hatırlattık. Almanlar Alman’dır, Almanya’lı değil... İngilizler İngiliz’dir, İngiltere’li değil,,, Fransızlar Fransız’dır, Fransa’lı değil, Yunanlar Yunan’dır, Yunanistan’lı değil… Diğerleri de böyledir… Siz niye Türk diyemiyor Türkiye’li diyorsunuz?

Türkiye Büyük Millet Meclisi midir gerçekten?

Türkiye diyebilmek için Türk diyebilmek gerekmez mi önce?
Büyük diyebilmek için saygın olmak gerekmez mi, eski saygınlığı uyandırıyor mu?
Millet diyebilmek için ümmet olmaktan kurtulmak gerekmez mi?
Meclisi bir konuyu konuşmak veya görüşmek için biraraya gelmek tarif etmez mi, boks ringi de nedir?

Türk Milletinin Temsilcileri siz neden namusunuz ve şerefiniz üzerine ettiğiniz yemininize sadık kalmıyorsunuz?

Önceki ve Sonraki Yazılar