KÜRTLER ARTIK NE İSTİYOR ve PARİS CİNAYETİ

KÜRTLER ARTIK NE İSTİYOR ve PARİS CİNAYETİ

Kürtlerin talepleri Oslo sürecinden farklılaşmış durumda. Bölünme ve federasyon dahil alternatif yönetim biçim aranmadığı gibi, demokratik özerklik talebi de büyük ölçüde terk edilmiş durumda

Kürtler ne istiyor?
 
12 Ocak 2013 Cumartesi 
 
Kürtlerin talepleri Oslo sürecinden farklılaşmış durumda. Bölünme ve federasyon dahil alternatif yönetim biçim aranmadığı gibi, demokratik özerklik talebi de büyük ölçüde terk edilmiş durumda
 
 
Yard. Doç. Dr. Maya Arakon'a göre, (Siyaset bilimci terör ve güvenlik çalışmaları uzmanı ) Kürt'lerin isteklerinde meydana gelen değişiklikler şöyle sıralanıyor 
 
Kürtlerin başından beri Devlet’ten talepleri anadilde eğitim, her tür kültürel, dilsel, siyasi hakkın tanınması ve eşit vatandaşlık hakları üzerinde vücut bulmuştu. Ancak 2009’dan itibaren başlayan KCK tutuklamaları, 2011 genel seçimleri öncesinde Başbakan Erdoğan’ın Abdullah Öcalan’la ilgili olarak “o dönemde iktidarda ben olsaydım asardım” mealindeki sözleri, ardından gelen Silvan olayı ve Habur kırılmasıyla akamete uğrayan Oslo sürecinde Abdullah Öcalan’ın MİT aracılığıyla Devlet’e ilettiği yol haritası aslında Kürtlerin çatışmasızlık için ne talep ettiklerini de belirliyordu. Ancak öncesinde Murat Karayılan’ın Mayıs 2009’da Hasan Cemal’le yaptığı mülakatta söylediği gibi, Kürtlerin çözüm için akıllarında dört seçenekli bir plan mevcuttu. Bu seçenekler:
1) Devletin İmralı’da Öcalan’la görüşmesi,
2) Bu olmazsa, Kandil’de kendileriyle görüşülmesi,
3) Bu iki seçenek de olmazsa parlamentoda kendilerini temsil eden Demokratik Toplum Partisi’yle görüşülmesi,
4) Hiçbiri olmazsa bir “Akil Adamlar Heyeti” kurularak bu heyetin hem PKK hem de devletle temas kurarak çözüm araması idi. Yani devletle PKK arasında bir tür aracı heyet görevi üstlenmesi.
 
Bu çerçevede Oslo görüşmelerinin basına yansımasıyla aslında devletin Öcalan’la çoktandır görüşmekte olduğu öğrenildi. Yani Karayılan’ın öne sürdüğü ilk seçenek zaten epey bir süre önce uygulamaya koyulmuştu.
Ancak Öcalan’la üç sefer yürütülen görüşmelerin birinde KCK tutuklamalarının başladığına, bir diğerinde Hakkari’de dokuz köylünün öldürüldüğüne, üçüncüsünde ise Yüksek Seçim Kurulu’nun tam da seçim öncesi BDP’nin desteklediği bağımsız adayların seçime girmesini engelleme kararı aldığına bakarak kendisinin “kendisi üzerinden bir oyalama taktiği, bir tasfiye politikasının devreye sokulduğuna dair” değerlendirmeleri olduğunu hatırlamak gerek. Yani sivil siyasete vurulan darbeler, Öcalan tarafından tasfiye politikası ve oyalama bahanesi olarak algılanmıştı.
 
‘Şeffaflık’ isteği
Kürtlerin ne istediğine dair bir başka fikri ise BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın 4 Ocak 2013 tarihinde Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş’a verdiği mülakattan edinmek mümkün. Son görüşme sürecinde hükümetin kendileriyle hiçbir bilgiyi paylaşmadığını söyleyen Demirtaş, hükümetten daha açık ve şeffaf olmalarını beklediklerini ifade ediyor. Müzakere süreçlerinde her şeyin elbette açıklanamayacağını bildiğini belirten Demirtaş, belli bir noktaya kadar şeffaflık olması gerektiğinin altını çiziyor. Sürecin sağlıklı ilerlemesi için kullanılan dil ve üslubun sertlikten uzaklaştırılması gerektiğine işaret eden BDP Eşbaşkanı, partisinin her aşamada katkı sunmak istediğini vurguluyor.
 
Selahattin Demirtaş’ın Agos’a verdiği mülakatta, Türklerle Kürtler arasındaki duygusal kopuşun geçmişe oranla ciddi derecede arttığına istinaden söylediği “Bugün Kürtlere sorulabilse, pek çoğu ayrı bir devlette yaşamak istiyorum diyecek” sözleri, toplumsal kırılmanın geldiği noktayı göstermesi açısından oldukça düşündürücü.
 
İmralı görüşmelerinin basına yansımasıyla birlikte BDP de daha yapıcı bir söylem benimsedi. Bu çerçevede sürecin bozulmaması, tıkanmaması için her türlü özeni gösterdiklerini belirten Selahattin Demirtaş, “Öcalan İmralı’dan çıksın şeklinde bir talebi dile getirmediklerini, bunun bu şartlarda doğru olmadığını, ancak İmralı’daki şartlarının iyileştirilmesini talep ettiklerini” ifade ediyor. Oslo sürecinden farklı olarak bu sefer BDP de görüşmelerde aktif bir rol istediğinin, muhatap olduğunun altını çiziyor. BDP ve Kürtlerin hükümetten beklentilerinin başında ise Güneydoğu’da devam eden operasyonların durdurulması var. Zaten güven ortamının kaybedilmesinin ana sebeplerinden biri, 2004 yılında PKK unsurları Türkiye’den çekilirken, görüşmelerde varılan uzlaşmaya aykırı olarak askeri operasyonların devam etmesi ve çok sayıda PKK’lının kendi açılarından ‘arkadan vurulması’ydı. PKK bu örnekten hareketle kesin güvenceler verilmedikçe sınır dışına çekilmeye mesafeli yaklaşıyor.
 
Bu gelişmelerin ışığında 8 Ocak 2013 tarihinde Radikal gazetesinde yayımlanan Eyüp Can imzalı habere göre İmralı sürecinde Öcalan ve Kürtlerin talepleri, Oslo sürecindekinden oldukça farklılaşmış durumda. Öncelikle artık bölünme talebi mevcut değil, bağımsız Kürdistan anlamına gelecek herhangi bir toprak pazarlığı yok, zaten PKK’nın da uzun zamandır böyle bir talebi olmadığı biliniyor. Bunun yanı sıra federasyon dâhil herhangi bir alternatif yönetim biçimi yok, yani Demokratik özerklik talebi de terk edilmiş.
 
4 basamaklı strateji
 
Ortadoğu’nun yeni dinamiklerini iyi okuduğu anlaşılan Öcalan’ın sözlerinden, kendisinin tartışılması amacıyla sunduğu demokratik özerklik fikrinin BDP tarafından halka dayatılmasından rahatsız olduğu izlenimi çıkıyor. Dört basamaklı bir stratejinin benimseneceği ileri sürülen görüşmelerde ilk basamağın çatışmasızlık, ikincisinin PKK’yı sınır dışına çıkarmak, üçüncüsünün silahları bırakma görüşmeleri, dördüncüsünün ise silahlara veda olduğu, basına yansıyan bilgiler arasında.
 
 
 
Devlet ne vaat ediyor?
 
Görüşmelerin şu aşamasında genel af, Öcalan’a ev hapsi ve PKK’nın silah bırakması henüz konuşulmuyor. Bu noktaya gelmek için iki tarafın da karşılıklı güvenini sağlayacak bir takım somut adımların atılması şart. Bu adımlardan Kürtler için en önemli olanlarından biri hiç kuşkusuz KCK duruşmaları kapsamında tutuklanan Kürt siyasetçilerin serbest bırakılması. Bugün on bin civarında Kürt siyasetçinin tutuklu olduğu biliniyor. Bunların bir kısmı BDP’li seçilmiş Belediye Başkanları ve meclis üyeleri. Dolayısıyla KCK tutuklamalarını BDP ve Kürtlerin siyasi iradesine yapılmış bir saldırı olarak nitelendiren PKK için, dağdan inişin ön koşulu, siyaset yapabilecekleri bir yasal zeminin yaratılması. Aksi halde “bana dağdan in diyorsun ama ovada eline hiç silah almadan siyaset yapan Kürtleri tutukluyorsun” demeleri halinde söylenecek bir karşı argüman kalmayacaktır. Bu çerçevede hazırlanmakta olan 4. Yargı Paketi’nin terör suçlarına “şiddet kriteri” getirerek, şiddete bulaşmamış binlerce KCK tutuklu ve hükümlüsünün serbest bırakılmasını sağlayacağı söyleniyor.
PKK’nın silah bırakması aşamasına geçilmesiyle paralel olarak yapılması gereken bir takım yasal ve anayasal düzenlemeler de var elbette. Bunların başında bütün tarafların uzlaşmasıyla yazılacak yeni bir Anayasa ve buna eklenecek nötr bir vatandaşlık tanımı, olmazsa olmazlardan. Mevcut Anayasa’nın 66. Maddesindeki “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” ifadesindeki “Türk’tür” kısmı değiştirilerek “Türkiye Cumhuriyet vatandaşıdır” tarzı nötr bir ifade getirilmesi ya da herhangi bir vatandaşlık tanımının yapılmaması isteniyor.
Barışçı çözüm arayışlarında en zor aşamalardan birisi de PKK’nın tamamen silah bırakması olacak hiç kuşkusuz. Nerdeyse 30 senedir meşruiyetinin devamlılığını silahlarla sürdüren bir örgütün tek bir adımda silah bırakması mümkün değil. Bu, uzun ve zorlu bir süreç. Hatırlatmak gerekirse Kuzey İrlanda’da bu aşama, tarafların anlaşma imzalamasından yedi sene sonra başlamış ve neredeyse on seneye yayılan bir zaman diliminde tamamlanabilmişti. Dolayısıyla, görüşmelerin başından sonuna dek provokasyonlara açık olduğunu bilerek, sükzneti koruyarak ve birbirini kışkırtıcı, rencide edici, hedef gösterici popülist söylemlere prim vermeyerek sürdürülmesi gereken uzun bir sürecin başladığı unutulmamalı. Paris’teki üçlü cinayeti de bu çerçevede değerlendirmek gerek. 
 
 
Öcalan’ın 3 aşamalı çözüm haritası
 
 
1999’da Öcalan’ın yakalanmasıyla birlikte “bağımsız bir Kürdistan kurma isteklerini terk ettiklerini” açıklamalarına rağmen bazı popülist politikalar işlemeye devam etti ve günümüze kadar gelen süreçte bu siyasi spekülasyonlar, Türkler ve Kürtler arasındaki duygusal kopuşu da hızlandırdı. Oysa Kürtlerin barışçı bir çözüm yolunda ne beklediğini anlamak için Öcalan’ın 15 Ağustos 2009’da AİHM’ye sunduğu Yol Haritasına bakmak önemli.
Söz konusu belgenin “Eylem Planı” başlıklı bölümünde dağdan inişin nasıl olacağına dair aşamalı çözüm önerilerinden bahsediliyor. Bu çerçevede üç aşamalı bir demokratik çözüm öneriliyor. Birinci aşama: PKK’nın çatışmasızlık ortamını kalıcı olarak ilan etmesi. Bu aşamada tarafların provokasyona gelmemesi ve kamuoyunu hazırlamaya çalışması önem kazanıyor. İkinci aşama: Hükümetin inisiyatifi ve TBMM’nin onayıyla yasal engellerin kaldırılmasına yardımcı olacak bir Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun kurulması. Böylece PKK’nın yasadışı konumdaki varlığını, ABD, AB, BM, Irak Kürt Federe Yönetimi ve Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinin de içinde bulunacağı bir kurul denetiminde Türkiye sınırları dışına çıkarması. Buna paralel olarak PKK siyasi tutuklu ve hükümlülerinin de serbest bırakılması hedefleniyor. Üçüncü aşama: Demokratikleşmenin anayasal ve yasal adımlarının atılması, KCK faaliyetlerinin yasallık kazanmasıyla PKK’nın Türkiye sınırları içinde faaliyet göstermesine gerek kalmaması.
Öcalan’ın Oslo görüşmelerinde sunduğu bu Yol Haritası’nın, İmralı görüşmelerinin de ana eksenini oluşturduğunu söylemek mümkün. Ancak bu seferki görüşmelerin öncekilerden farkı, Öcalan’ın bizzat eşit bir seviyede, görüşmelerin merkezinde olması. Bir başka deyişle bu sefer Öcalan, PKK’yı bertaraf etmek için araçsallaştırılmak istenmiyor. Doğrudan görüşmelerin muhatabı olarak “çözümün bir parçası” haline getiriliyor. Bu da Kürt tarafına güven vermek açısından önemli bir adım..