Hayvan severler soruyor; Anayasa Madde: 56 NE OLACAK?

Hayvan severler soruyor; Anayasa Madde: 56 NE OLACAK?

Anayasa, diğer yasaların üzerinde, düzenleyici niteliği olan temel yasadır. Normlar hiyerarşisine göre kanunlar ve kanunların altında düzenlenen yönetmelik vb. normlar da anayasaya aykırı olamazlar. Anayasanın önemi de buradadır. Çünkü toplumun ve bireylerin yaşam düzenleri içinde haklarının adilane şekilde gözetilmesi bu düzenlemenin adaletli ve tutarlı olmasına bağlıdır. Toplumun bireyle, bireyin bireyle ve bireyin toplumla karşılıklı ilişkilerinde düzenin sağlanması da sürdürülmesi de anayasal düzenlemenin sağlam oluşuna bağlıdır bir anlamda.
 
Günümüzde toplum ve birey tanımlarına bağlı olarak üçüncü kuşak haklar da anayasalarda yerini almaya başlamıştır. Bunlar , insan gibi doğrudan hakkın sahibi olarak tanımlanmadığı halde dolaylı olarak temel haklar arasına giren çevre ve doğa ile ilgili olarak insan haklarına bağlanmış haklardır. Sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama , gelişme ve yeryüzündeki ortak varlıktan yararlanma hakları bunlardan öne çıkanlardır. Devletin vatandaşa, vatandaşın devlete ve vatandaşların birbirine karşı olan haklarına (aynı anda sorumluluklarına) zaman içinde eklenmiş bulunan bu hakların varlığı artık tartışılmaz derecede netleşmiştir.
 
Anayasa Madde: 56: 'Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.'
 
 
Bu madde çevre hukukunun anayasal temelidir. Bu maddeden yola çıkarak “dengeli” bir çevre içinde “hayvanların yaşama hakkı”nın da bu kapsamda korunması gerektiği ortada. Çünkü dengeli ve sağlıklı bir çevre doğal olarak bitki ve hayvan zenginliğinin korunmasıyla mümkündür. Bu da demektir ki hayvanlar şu an için üstü kapalı ve muallak da olsa “anayasal koruma kapsamında” bulunmaktadır. Ancak bu durum uygulamada hayvanların korunmasını sağlamak bir yana, “yaşayan birer canlı” olduğunu bile kabul etmeyen, onları çöp veya nesne gibi gören ve davrananları durdurmaya yetmiyor. Yani çevre kapsamında açıkça korunması gereken hayvanlar anayasal düzeyde korunamıyor. 2004 yılında yürürlüğe giren 5199 S. Hayvanları Koruma Kanunu’nun bizzat kendisi de hayvanları korumaktan ziyade “insan ve çevre sağlığı”nı ön plana çıkaran; koruma kavramıyla çelişen maddelerle dolu. Yani, her koşulda, adına uygun olarak hayvanları koruma önceliği olması gerektiği halde, hayvanları yok etmeyi, sınırsız kullanmayı tarif edebilen bir koruma kanunumuz var.
 
Oysa bizim artık, hayvanların “canlı” olduğunu kabul eden, açık ve net ifadelerle onları işkence ve ölümden koruyacak düzenlemelere ihtiyacımız var. Toplum vicdanının büyük bir kesimini ciddi şekilde yaralayan hunharca fiillerin mağduru olan hayvanları korumak, gözetmek için, anayasal düzenlemeyi gerçekleştirmek zorundayız. Bu konuda çalışmaların hız kazandığı son günlerde hayvanların ayrı bir başlıkta düzenlenmiş korunma maddesinde yer almasını ısrarla talep etmeye devam ediyoruz. Çünkü bu, aynı zamanda sosyal hayatın içinde gelişen pek çok suçun da doğal olarak müeyyideye bağlanmasını beraberinde getirecektir. Düşünün ki hiçbir toplum ve elbette biz, küçük bir kediye, köpeğe hatta ördeğe  tecavüz eden, sonra da hiçbir şey olmamış gibi günlük hayatımızda aramıza katılan, okul servislerinde görev alabilme ihtimali olan insanlarla yaşamak zorunda olmayı hak etmiyoruz. Geçtiğimiz yıl İstanbul’da, bulunduğu mahalleden gece araca bindirilerek tenha bir sokağa götürülüp tecavüz edilmek üzere iken polise yapılan ihbar sonucu kurtarılan Ayşa Köpek olayını hatırlatmak isterim. Polis tutanağında şahsın pantolonu inik vaziyette, köpeği boynundan bağlamış ve tam fiiline başlayacakken yakalandığı yazıyordu. Duruşmaları toplum tarafından da ilgiyle takip edilen Ayşa köpeğin hali iç yakıcıydı. Arkasını duvara dönmeden yatmıyor; herkese ürkekçe bakıyor, kim yaklaşsa titriyordu korkudan. Bir canlıya bunu yapabilecek yapıdaki insanların toplumda fırsat bulduğunda neler yapabileceğini az çok herkes tahmin edebilir. Potansiyel olarak toplumsal barış için tehdit oluşturan bu insanlardan toplumun ve hayvanların korunması “devletin sorumluluğu” dur.
 
Anayasada hayvanlar için koruyucu hüküm bulunması aynı zamanda türcü yaklaşımı bertaraf eden, medeni ve hakça bir düzenleme olacaktır.
 
Bir başka açı da; hayvanları seven, onlarla hayatlarını paylaşan azımsanmayacak sayıda insanın sırf bu nedenle toplumun bir kesimi ile doğan çatışma halini böyle bir düzenleme muhtemelen sona erdirecektir. Hayvanların konu olduğu yüzlerce “tahliye, tecavüz, kötü muamele, kanuna aykırı üretim satım, dövüştürme, kumar, bahis, kaçakçılık” gibi davanın da adliyelerde yarattığı yükün de eriyerek azalacağını söylemek de mümkün.
 
Her şeyden önce hayvanlar, bitki ve insan dışında ve fakat yaşam formu olarak insana daha yakın, acı çekme yetisi kanıtlanmış duygusal canlılardır. Gönül ister ki onları korumak için kanunlara ihtiyaç olmasın. Hayvan haklarının temel yasa düzeyinde korunabildiği bir toplumda “insan haklarının” da doğal olarak korunacağını söyleyebiliriz. Köpek ya da kedisi için dava edilerek mülkiyet ve özel yaşam hakları bir bakıma yasa suistimal edilerek ihlal edilen yüzlerce insanın durumu da ayrı bir inceleme konusudur bu bağlamda.
 
Bunlardan bağımsız olarak ekolojik manada hayvanların sistemli olarak yok edilmesinin doğuracağı sonuçlar da doğrudan çevre ve insan yaşamını olumsuz yönde etkileyecektir. Yani nereden ve hangi sebeple bakarsak bakalım, hayvanların korunmadığı sistemde insanların da huzurlu ve adil yaşaması mümkün görünmüyor. Umudumuz; doğru, adil, çağdaş bir yaklaşımla “hayvanların korunmasını en üst düzeyde sağlayacak şekilde amir hükme bağlayan” düzenlemenin yapılmasıdır.
 
Bu hem insani, hem vicdani, hem yasal sorumluluğumuzdur. Hayatımızı mucizevi şekilde zenginleştiren hayvanlara da borcumuzdur. Türcülüğün olmadığı bir Dünya diliyorum hepimize.
 
*İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu Başkanı