Finans Çevreleri Tedirgin

Geçen hafta içerisinde, Bllomberg HT isimli finans kanalına açıklamalarda bulunan Moody’s Türkiye Başanalisti Sarah Carlson’un “Ana risk kırılganlıklar, bunlardan biri, örneğin, cari açık ve bu açığın nasıl finanse edildiği. Kısa vadeli dış borçlanmalarla mı yoksa doğrudan yabancı yatırımlarla mı?

Diğer bir risk ise kısa vadeli dış borç yükü. Özellikle özel sektörün kısa vadeli borç yükü yüksek ve bu kırılganlık yaratıyor” şeklindeki açıklamaları, bizim piyasacılarca olumlu bulundu. (http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1466491-moodyscarlson-fedin-turkiyeye-etkisi-sinirli-olur)

Olumlu bulma nedenleri, söz konusu açıklamanın içerisinde yer alan, ABD Merkez Bankası’nın para musluklarını kısmasının Türkiye’ye etkisinin sınırlı ve geçici olacağını düşünmeleri. Bu yöndeki ifadeler o kadar hoşuna gitti ki bizim piyasacıların, ABD’den gelen istihdam verileri bile morallerini bozmaya yetmedi. Borsa arttı, döviz az da olsa düştü.

Sarah Carlson, niçin böyle düşündüklerini de açıkladı: Kamu kesimi açısından kaygılanılmasını gerektirecek bir sorun olmadığı kanısında. Bütçe dengelerinin iyi, kamu kesiminin borçlanma ihtiyacının düşük olduğunu, kamu kesimi borç yükünün Gayrı Safi Yurtiçi Hasılaya oranının sorun oluşturacak düzeyde olmadığını düşünüyorlar.

Finans kesimi için de aynı kanıdalar. Dış borç düzeyleri ve TL’nin değer kaybının sektöre etkisinin sadece kar oranlarının düşmesi ile kısıtlı kalacağını varsayıyorlar. Karamsar oldukları tek konu, reel sektörün dış borcunun yüksekliğiymiş. Sektörün, TL’nin değer kaybından olumsuz etkileyeceğini düşünüyorlar.
 
Moody’s tarafından dile getirilen kırılganlıklara ilişkin tespitler ile varılan sonuçlar arasında ciddi çelişkiler bulunduğu kanısındayız. Niçin böyle düşünüyoruz açıklamaya çalışalım.

Kamu kesiminin durumu ile başlayalım.
 
Olayın birbiriyle bağlantılı iki yönü var. Biri bütçe dengesi, diğeri bununla bağlantılı olarak kamunun  borçlanma ihtiyacı. Adaletli bir vergi sistemi kurmak yerine, bütçe harcamalarını özelleştirmeler ve dolaylı vergilerle finanse etmeye çalışan bir ülkede harcamalar artıp, bütçe hedeflerinden sapılınca yapılacak iki şey var yalnızca.
 
Birincisi ve en çok kullanılanı kümesteki tavukları daha fazla yolmak şüphesiz ki. Bir önceki yazımızda, merkezi yönetim bütçesindeki olumlu görünümün, sigara, içki, vb. akaryakıt, ÖTV, cezalar, harçlar, vb. artışlardan kaynaklandığını, yaklaşan seçimler nedeniyle artan kamu harcamalarının doğrudan vatandaşın cüzdanına el atılarak finanse edildiğini, IMF Türkiye Raporu’na da referans vererek ayrıntılı olarak sizlerle paylaşmıştım.

Bu yöntemin sürdürülebilir/tekrarlanabilir olmadığı açıktır. Bu noktada ikinci alternatif devreye giriyor: Borçlanmak. Kamu kesimi borçlarının mevcut seviyesinin sorun oluşturacak düzeyde olmadığı ve önümüzdeki dönem borçlanma ihtiyacının düşük olacağını söyleyen Moody’s temsilcisine bu konuda da katılmadığımızı belirtmeliyiz.
 
Öncelikle, değerli TL politikaları ile olduğundan şişkin görünen Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYH) rakamları esas alınarak yapılan hesaplamaların, kamu kesimi borç yükünün Gayri Safi Yurt İçi Hasılaya oranının gerçekte olması gerekenden az görünmesini sağlayan temel etkenlerden biri olduğunu belirtelim. Benzer durum, özel sektör ve hane halkı borçları açısından da geçerli.

Kamu kesiminin borç yükü ve borçlanma ihtiyacının düzeyi konusunda doğru değerlendirme yapabilmek açısından, Moody’s’in raporunda kastedilenin yalnızca Merkezi Yönetim Bütçesi olduğunu, yerel yönetimler (belediyeler, il özel idareleri, mahalli idare birlikleri) ve sosyal güvenlik kuruluşlarının bütçeleri ve tabii ki bütçe geçekleşmelerinin bu hesaba dahil olmadığını özellikle belirtmek gerekiyor. Bu durumun tablonun bütününü görmeyi engellediği, yapılan değerlendirmelerin geçerliliğini tartışılır hale getirdiği açıktır.
 
Moody’sin değerlendirmelerinde göz ardı edilen diğer bir husus, son yıllarda gerçekleştirilen mevzuat düzenlemeleriyle, gerek merkezi yönetim gerekse mahalli idareler tarafından enerji, ulaşım, sağlık, vb. büyük kamu projelerinde yaygın olarak kullanılmaya başlanılan Kamu Özel İşbirliği yönteminden kaynaklı ileri yıllara ilişkin taahhütlerin/borçların (fiyat/kar garantileri, vb) getireceği yükler.
 
Gelelim, özel kesim dış borçlarının düzeyi ve TL’nin değer kaybına bağlı olarak gündeme gelebilecek riskler konusuna. 

Özel kesim dış borç toplamının yarıdan fazlasının, kısa vadeli dış borçların yaklaşık yüzde 90’ının finans kesimine ait olduğunu belirtmekle başlayalım. Hal böyleyken, bir yandan özellikle kısa vadeli özel kesim dış borçlarını başlıca kırılganlık nedeni ve risk unsuru olarak ifade edip, diğer yandan borcun büyük kısmının sahibi finans kesimini dışarıda tutmanın mantığını anlamak gerçekten zor.
(http://www.tcmb.gov.tr/odemedenge/kredi/krediTr.html)
 
Finans kesiminin dayanıklılığının en önemli gerekçesi olarak sermaye yeterlilik oranlarının tatmin edici düzeyde olması olarak belirtiliyor. Bu oranların sadece niceliği yani rakamsal büyüklükleri gösterdiğini, bunun tek başına yeterli olamayacağını, niteliğe yani aktiflerin kalitesine bakılması gerektiğini, nitelik dikkate alınmaksızın yapılan analizlerin büyük ölçüde yanıltıcı olabileceğini, geçtiğimiz 4-5 yılda tüm dünyada yaşanan acı olaylar, görmek istemeyenlere dahi göstermiş durumda. 

Finans kesiminin ABD’nin tahvil alımlarını kısmasına bağlı olarak karşı karşıya kalabileceği riskler konusunda değerlendirme yapılırken dikkate alınması gereken bir diğer gösterge, krdilerin mevduata oranı. 2008 krizi öncesi yüzde 80’ler düzeyinde olan kredilerin mevduata oranı yüzde 105’lere ulaşmış durumda. Kredilerin mevduatlarla değil, giderek artan oranda yurt dışından alınan borçlarla finanse edilmesi anlamına gelen bu durumun, TL’nin değer kaybettiği bir süreçte, finans kesiminin kur riskini artıracağını bilmek için alim olmaya gerek bulunmuyor. 
Reel sektörün, döviz borcu ve TL’nin değer kaybının yarattığı ciddi riskler, Moody’s in analizinde katıldığımız tek başlık.
 
Mecliste başlayan bütçe görüşmelerinde, ülkemiz ekonomisi açısından önemli olduğunu düşündüğümüz bu konulara en azından şimdilik değinilmediğini söyleyerek bitirelim yazımızı.

Önceki ve Sonraki Yazılar