Ekonominin Motoru Tekliyor

Ekonominin Motoru Tekliyor

EKONOMİYİ BEKLEYEN BÜYÜK TEHLİKE

Kur ve faizler hızla yukarı tırmanıyor. Dolar 2 lirayı aşarken, 2012 yılının son çeyreğinde yüzde 0,98 olan konut kredilerindeki faiz oranı bugünlerde yeniden yüzde 1 seviyelerine çıktı. 100 bin liralık 10 yıllık bir konut kredisinde yüzde 0,2’lik farkın yarattığı fark, yaklaşık 17 bin lira. Bir de son bir yıl içinde faizlerin yüzde 0,60’lara kadar gerilediği düşünülürse, 2012 yılsonu itibariyle sektörün elinde biriken ve sayısı 1 milyona yaklaşan satıl(a)mamış-yeni yapılan konut stokunun yükselen faizlerle birlikte ekonomi yönetiminin ağırlaşan bir karın ağrısını oluşturacağı şimdiden belli.

Kuşkusuz AKP’nin uyguladığı ekonomi politikaları sayesinde Türkiye’nin artık bundan sonra sanayici veya sanayi ihracatçısı bir ülke olma olasılığı hayal oldu. Kalkınmacı yatırımın ve reel anlamda üretimin adı sanı sadece kitaplara sıkıştı kaldı. Neticede artık şurası kesin ki, ekonominin kaderi AKP yönetimi tarafından inşaat veya müteahhitlik sektörüyle sağlanan  elde edilen kuşkulu rant gelirlerine teslim edilmiş durumda.

Konut sektörünün matematiği ortadadır. 2011 yılından 2013 yılına dek maliyetini 3 kat düşürmüş, iki yılda üç katına yakın (%3,2’den yüzde 8,5) cirolarını arttırmış bir sektörden bahsediyoruz. Aynı sektör söz konusu bu dönemde daha az konut satmış ama daha fazla kazanmış. Nedeni ise basit; işgücü maliyetlerini indirmiş, daha az işçi çalıştırmış, reel ücretlerinin erimesine izin vermiş ve esnek/güvencesiz çalışma biçiminin sermayeye sunduğu en geniş olanaklardan yararlanarak çalışanların sosyal ve mali haklarını neredeyse yok etmiş.

Yani döviz geliri yaratmayan, ülkenin tasarrufuna neredeyse hiçbir katkı sağlamayan bu sektör, reel üretimin yerine ikame edilerek bugüne kadar halka yarardan çok zarar getirmiş. İktidar ve sermaye çevresi için oldukça kârlı bir iş. Fakat “sermayenin önündeki en büyük engelin yine sermayenin kendisi” olduğu gerçeğinden yola çıkılırsa, finansallaşmayla desteklenen bu spekülatif sektörün engelinin yine kendisi olduğu da bir o kadar açık.

BALONLAR PATLAMAYA BAŞLADI

Küresel piyasalarda likitide bol olduğu ve özellikle 2005-2011 yılları arasında inşaat-konut sektörünün büyümeye olan katkısının oldukça fark edilir olduğu dönemin ardından AKP yönetimi kentsel dönüşümü de içine alan hızlıca bir konut üretiminin başlamasına neden olmuştu. Ne var ki spekülatif büyümenin illüzyonuna kapılarak ucuz ve bol likitidenin ebedi olacağına inananlar 2013 yılına gelindiğinde ABD’nin likitide musluklarını kapamasıyla bu finansallaşmanın maliyetini ödemeye başladı. Bol likitideyle birlikte balon gibi şişirilen konut sektörü, şimdi hızla çıkan dış kaynakla birlikte doların ve faizin yukarı tırmanmasıyla sağa sola vurup hızlıca sönen balonlar gibi inişe geçti.

SATILIK ÇOK ALAN YOK

Başta orta gelir grubunu hedefleyen ve krediler aracılığıyla finans piyasalarına da yeni aktörler kazandıran bu sektör şimdi alıcı arıyor. İç talep geriledi, dış kaynak gelmiyor. AKP ve işadamlarından oluşan heyetlerin Ortadoğu-Asya gezileri, Arap sermayesine muazzam tavizler veren anlaşmalar da sonuç vermiyor. Bir yandan da bu arz fazlası sorununun yanında bir de inşaat sektörünün dışa bağımlı olması nedeniyle ve kur artışı sayesinde konutların fiyatı artıyor. TCMB verilerine göre 2013 yılı Mayıs ayında bir önceki aya göre yüzde 1,18 oranında artan konut fiyatları, bir önceki yılın aynı dönemine göre ise yüzde 12,24 artış gösterdi. Bu artıştan enflasyonu arındırdığımızda reel artış yüzde 5'in üzerinde. Peki, AKP yönetiminin ekonomide lokomotif misyonu yüklediği, kentleri mekânsal ayrışma sonucu sosyal kutuplaşmaya iten, gelir dağılımını büyük ölçüde bozan, kenti açık bir pazar haline getiren başta kentsel dönüşüm projesi gibi birçok değişim-dönüşüm projesiyle desteklediği inşaat balonu patlarsa ne olur? İşte burada sonumuz 2008'de krizin merkez ülkesi ABD'den çok daha kötü olur. Birçok sektörün alt sektör olarak inşaata odaklanmasıyla reel üretim darbe alır, istihdam her zamanki gibi en önce daralmaya başlayan olur. Ve arkada yıkık-dökük, talan edilmiş bir ülke kalır. Yani işin aslı kentleri sosyal, politik ve ekonomik anlamda kendi rejimleri içinde yeniden dizayn etmek isteyenler, kentleri kendi mutlak sonlarına mahküm etmiş olurlar. Bunun önüne geçmek için ne yapmalı? Kentleri işgal edenlere karşı direnmeli, yaşam alanlarına sahip çıkmalı. AKP'nin projesi ‘kapitalizmin küresel kent merkezleri’nin yerine, kapitalizme yıkımına karşı direnen dayanışma merkezlerini inşa etmeli.