DURUM BUDUR; 2 çuval Kömüre...

DURUM

İhtiyaçların sınır tanımayışına karşın kaynakların sınırlı oluşu, ekonominin temel sorunu olarak tanımlanıyor. Buna bir itirazınız yoksa insanın başat sorunu da üretim ile bölüşüm ve bu ikisinin ürettiği mülkiyet olmalı. Toplumsal yapının, kaynakların bölüşülmesi temelinde şekillenmesi bununla ilgilidir.

Kaynaklar adil bölüşülüyorsa, üretenler kaynaklardan insanca yaşayacak kadar (artı değerden söz etmiyorum) pay alabiliyorlarsa demokratik bir yapıdan söz edilebilir.

Demokratik toplumlar, koydukları kurallar sayesinde, bu temel çelişkiye karşın barış içinde bir arada yaşamayı başarabiliyorlar. Kuralı halk koyuyor, yetmezlik durumunda değiştiriyor; dahası kurala uymayan için de caydırıcı yaptırımlar öngörülüyor.

Paylaşım, insanların üretimdeki paylarıyla değil de güçleriyle orantılıysa; adı her ne olursa olsun otoriter bir yönetim var demektir. Otoriter yönetimlerde kural, güçlü olanın keyfine göre konulduğundan ne zaman ve nasıl değişeceğini kimse kestiremez. Kaldı ki bu kurallar, bazı kesimler için uygulanır, bazı kesimlere uygulanmaz.

Demokratik yönetimler, kuralları düzenlerken de, uygularken de insan haklarını, temel hukuk kurallarını ve emeğin yüceliğini akıllarından çıkarmadıkları halde; otoriter yönetimlerin kullandıkları başlıca ölçüt, kendi çıkarlarıdır.

Kendi halklarından değil de, yabancılardan aldıkları destekle ayakta durabilen otoriter yönetimler; aldıkları bu destek karşılığında ödedikleri faturayla halklarını yoksullaştırırlar. Sosyal devletin sağladığı eğitim, sağlık, güvenlik ve benzeri olanaklardan yoksun kalan yığınlar, bir taraftan dinsel ve etnik ögelerin bombardımanıyla bütün enerjileri yok edilerek mankurtlaştırılır, bir taraftan da açlıkla tokluk arasındaki eşikte tutularak sadaka toplumuna dönüştürülürler.

Bu tür yönetimlerin ortak özelliklerinden birisi de, ülkelerinde demokrasi varmış gibi görüntü vermeye çalışmalarıdır. Küresel sermaye ile ilişkilerini sürdürebilmeleri için bu görüntüye ihtiyaçları vardır.

Örneğin seçim vardır, bir meclis vardır. Ülke yönetiminde ve temel politika kararlarının saptanmasında hiçbir payları olmadığı halde “muhalefet partileri” vardır. Muhalefet partileri, gerek demokrasi görüntüsünün kurtarılmasında ve gerekse yönetimin kirli işlerini alalamada son derece işlevsel bir konuma sahip oldukları için, kaynaklardan (ucundan, kıyısından) paylarını da alırlar.

Halka gelince; kafalar düzene göre şekillendirildiği için halkın bilinç düzeyi, kullandığı oyla kendi çıkarları arasında ilişki kurabilmesine elvermez. Daldaki beş kuştansa eldeki bir kuşu yeğleyen yurdum insanı, önüne sandık konulduğunda 600 liralık aylık gelir vaadine sırtını dönüp oyunu iki çuval kömüre satar.

Otoriter yönetimlerin eğitimsiz toplumlarda gelişme olanağı bulabilmesi de zaten bunun göstergesidir. Kuşku yok ki eğitim çok önemli. Ancak akıl ve bilim, bu olgudan “eğitimsiz toplumlar yerlerde sürünmeye mahkumdur” sonucunu da çıkarmıyor.

Bu güzelim ülkenin çocukları olarak, en kötü koşullarda bile egemenlerin nasıl dize getirildiği ve bir ulusun kendi geleceğini nasıl belirlediğinin dünyadaki ilk tanıklarıyız.

Bunu hep aklımızda tutmalıyız.

Önceki ve Sonraki Yazılar