Eyra Eyüp Kerimoğlu

Eyra Eyüp Kerimoğlu

Demokrasi çoğunluğun diktatörlüğüdür

“Demokrasi insanları sayar, halbuki onları tartmak gerekir.''
Ludwig Wittgenstein

Demokrasi çoğunluğun diktatörlüğüdür

 

Ülkenin yönetilmesi adına verilen oyların yani vekaletlerin sonucundan çıkan çoğunluğun, farklı yöneticilere oy vermiş veya hiç oy vermemiş insanları da bağlamasından ötürü, hali hazırda uygulanan mevcut oy sistemi sorunlu bir sistemdir! Zira çoğunluğu daima standart, stabil ve risk almayı sevmeyen insanlar oluştururken, dünyadaki tüm ilerlemeler bunlara ters düşecek şekilde aykırı, yenilikçi, gerekli riskleri ve sorumluluğu alabilecek kapasitede olan, haliyle de toplumda azınlıkta kalan insanlar tarafından gerçekleştirilmiştir!

 

Devletler de elbet bu durumun farkındadırlar ve her yurttaşın oyununun eşit "1 oy" sayıldığı bu sistem işlerine geldiğinden, bunun böyle devam etmesini isterler. Çünkü halkı aydınlatmamaya, tabiri caizse cahil bırakmaya yönelik politikalar sürdürerek, çoğunluğun gözünü boyamak ve yönlendirilebilir bir hale getirmek daha kolaydır. Zamanında ünlü bir kadın (Aysun Kayacı) "benim oyumla dağdaki çobanın oyu bir mi?" demişti. O zamanlar bu sözü çok tepki çekmişti. Elbette aşağılayıcı ve bence de maksadını aşan bir söylemdi. Lakin haklılık payıda vardı! İnsanları yaşadıkları coğrafyaya, bilgi birikimlerine, gelir ve okumuşluk seviyelerine göre değerlendirmek tabii ki doğru olamaz. Çünkü herkesin eşit şartlarda doğmadığı bir dünyada herkesin okuyup kendini geliştirebilmesi olanaksızdır. Zira her ne kadar fırsat eşitliği var denilsede "fırsat eşitliği" lafıda aslında bir ilüzyondan ibarettir. Fırsatlar eşit bile olsa o fırsatları değerlendirebilmek için herkesin yine eşit şartlara sahip olması gerekir ki bu, mevcut kapitalist düzende yine mümkün olamayacak bir şeydir. Zaten yine herkesin üniversite okuyabilecek hakka sahip olmadığının göstergesi de mevcut üniversite sayısı ve sınav sistemidir. Yani "fırsat eşitliği" lafı tamamen bir palavradır!

 

Devlet bu yüzden çocukları sınava tabi tutar ve sadece belli bir kademeyi aşabilen öğrencileri okullarına alır. Keza bu öğrencileri de kendi içlerinde derecelendirerek daha başarılı olan öğrencileri daha iyi okullarda ve daha da iyi olabilenleri de yine burs vererek okutur. Kısacası, bu eleme yöntemi devletin ve iş hayatının her kademesinde geçerlidir. Fakat, yalnızca daha başarılı olan bireyler daha yüksek mevkilere gelebilirken aynı şey ülkenin kaderi söz konusu olduğunda nedense geçerli değildir! Yani devlet, yöneticileri belirleyecek olan bizlerin başarı veya zeka seviyelerine bakmaktansa, gözünü daha kolayca boyayabildiği insanları avucuna almak suretiyle, o an ki en güçlü parti hangisiyse ya da bu yönlendirme konusunda en çok hangi parti çalışmışsa kitleleri oraya yönlendirmeyi tercih eder.

 

Bizler özgür bir seçim yaptığımızı sanırken aslında, içinde bırakılmak zorunda kaldığımız şartların bize sunduğu oranda bir seçim yapmış oluruz ve bu da tüm ülke için sağlıksız sonuçlar doğurur ve doğurmuştur. Bu çarpık sistemin sonucunda başa gelen tüm hükümetler, halkı sömürmekten ve bizlerin paralarıyla yaptıkları icraatları sanki kendi ceplerinden yapmışlar gibi bir lütuf olarak göstermekten öteye gitmemişlerdir. Görüldüğü gibi mevcut seçim sistemi bir yana, verilen oyların her birinin tek bir oy sayıldığı bu sistemin ve çoğunluğun oylarını toplayarak başa gelen yöneticilerinde ülke yönetimi konusundaki başarısızlıkları ortadadır. Asgari ücretin bile açlık sınırının altında olması da bu başarısızlığın en büyük kanıtıdır.

 

Konuyla ilgili olarak, demokrasiyi icat eden Antik Yunan'da da "demokrasi" ile ilgili benzer eleştiriler bir çok filozof tarafından yapılmıştır aslında...

 

Örneğin Sokrates, öğrencisi Platon tarafından yazılan diyaloglarda, demokrasi hakkında derin endişelere ve pesimizme sahip biri olarak tasvir edilir. Platon'un 10 kitaptan oluşan meşhur Politeia (Devlet) veya (Cumhuriyet) isimli eserinin 6. kitabında Sokrates, Ademantus isimli bir diğer karakter ile demokrasi hakkında sohbet eder. Sokrates bu kısımda Ademantus'a demokrasinin eksiklerini ve hatalarını göstermeye ve anlatmaya çalışır. Bunu yapmak için Sokrates, toplumu bir gemiye benzetir. Sokrates şöyle sorar:

"Eğer ki deniz yoluyla bir yolculuk yapmak isteseydin, geminin kontrolünün kimde olacağına nasıl karar verilmesini isterdin? Rastgele ve herhangi bir grup insan tarafından mı, yoksa deniz seyahatleri konusunda deneyimli, bilgili ve eğitimli insanlar tarafından mı?"

Ademantus'un cevabı çok açıktır: Elbette ki ikincisi! Sokrates'in buna cevabı ise şu şekildedir:

"Peki bu durumda nasıl olur da, bir ülkedeki yetişkin insanların rastgele ve herhangi bir grubunun bir ülkeyi kimin yöneteceğine karar verebilecek donanımda olduğunu düşünebilmekteyiz?"

Sokrates'in bahsetmeye çalıştığı şey, seçimlerde oy kullanmanın bir "yetenek" olduğudur. Sokrates'e göre oy kullanmak, "rastgele bir sezgi" olarak görülemez. Dolayısıyla oy kullanmanın da, diğer her yetenek gibi insanlara sonradan, dikkatle ve sistematik bir şekilde öğretilmesi gerekmektedir. Yeterli donanıma ve eğitime sahip olmaksızın insanlara oy kullanma hakkının tanınması, yeterli donanım ve eğitime sahip olmayanlara fırtınalı bir havada yolculuk yapacak bir geminin kontrolünün kime teslim edileceği kararını alma yetkisi vermekle aynıdır.

Buradan da görüleceği üzre demokrasinin bu açmazları, icat edildiği Antik Yunan'da da benzer şekillerde eleştirilmiştir.

Hal böyleyken benim önerim; yazımda da belirttiğim gibi insanları, statülerine göre değerlendirmek aşağılayıcı olacağından ötürü, sadece fiziksel bir değer sayılabilecek "zeka" seviyesi artı bir değer olarak değerlendirilebilir. Nasılki bizden daha kaslı, daha güçlü birinin karşısında daha zayıf olduğumuzu bilmek bizi küçük düşürmüyorsa veya göreceli de olsa güzellik konusunda da olduğu gibi, bizden daha güzel biri ile kıyaslanmamız bizi aşağılayacak bir nitelik değil ise, aynı şekilde bizden daha zeki birinin oyu da ortak yaşadığımız ülkenin menfaati adına bizim oyumuzdan görece olarak daha artı bir derecede hesaplanabilir.

Ayrıca bu uygulama pratikte de çok zor olmaz. Çünkü kimlik verilirken nasıl ki herkesin parmak izi, retina (göz taraması) gibi kayıtları alınabiliyorsa, zeka seviyesinin kaydı da tutulabilir.

Son olarak da; her zeki insan erdemlidir, vicdan sahibidir veya aydındır gibi bir genelleme de tabii ki yapılamaz. Tarih zeki diktatörler ve psikopat katillerle doludur. Lakin unutulmamalıdır ki "zeka" sadece IQ dan yani "sayısal zeka"dan ibaret değildir. Keza bana göre EQ yani "duygusal zeka" insan türünün aydınlanmasında IQ ya oranla daha fazla katkı sağlamıştır. Kısacası tek ölçü IQ değildir ve olmamalıdır. EQ nünde seviyesi oranında ve bunlara bir takım psikolojik, kişilik vs gibi testleri de dahil ederek konunun uzmanı olan kişiler, bu veriler doğrultusunda her bireye, tıpkı kendi kaderimizi belirleyen üniversite sınav sonuçları gibi, ülkenin kaderinde belirleyici olabilecek bir "yeterlilik puanı" verebilirler. Bunun sonucunda da kullanılan oylar tane ile değil bu değerlere göre derecelendirilerek pek tabii hesaplanabilir.

Örneğin: kendisine ve topluma hiçbir katkısı olmayan, aksine zararı dokunmuş veya dokunabilecek potansiyelde olan bir bireyin daha önceden kendisine verilmiş olan "yeterlilik puanı" (100 üzerinden puanlanacak olursa) 50 puan olsa, verdiği oyun değeri de (yine 100 üzerinden puanlanacak olursa) 50 puan olarak hesaplanırken bunun tam tersi; daha başarılı, topluma daha faydalı olan bir bireyinde oyu, kendisine verilmiş olan daha yüksek bir "yeterlilik puanı" doğrultusunda daha yüksek olarak hesaplanabilir. Ve bu sistemin adil olması açısından; insanların kendilerini geliştirebildikleri de göz önünde bulundurularak kendilerine verilmiş olan bu "yeterlilik puanı" testleri de bir defaya mahsus değil, zaman içerisinde belirli aralıklarla tekrarlanarak insanların "yeterlilik puanlarını" yükseltmelerine olanak da tanınmalıdır.

 

Tabii bu düşünce sadece bir öneri. Burada asıl önemli olan husus, mevcut ortamda ve düzende herkesin oyunun tek bir oy sayıldığı seçim sistemin sağlıklı sonuçlar doğuramıyor olmasıdır! Buna bağlı olarak farklı yöntemlerde geliştirilebilir. Dediğim gibi benimki, sınırlı olan aklıma gelebilecek en mantıklı ve pratik yöntemdir sadece.

Yazımı, Platon'un Devlet kitabından konuyla ilgili sözleriyle bitiriyorum. Görüşürüz. Hoşçakalın...

 

"Demokrasi, bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur. Devam edilirse demagoglar türer. Demagoglardan da diktatörler çıkar. Demokrasi despotluğa dönüşür. Demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir. Ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye geçebilir. Halk övülmeyi sever. Onun için, güzel sözlü demagoglar, kötü de olsalar, başa geçebilirler. Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir. Devlet işleri, devlet içinde idare edenlerle idare edilenlerin yönetime katılmasıyla gerçekleşir." Platon, Devlet, s. 48 

Önceki ve Sonraki Yazılar