Aramızdan biridir Gregor Samsa

Ne Kafka'yı bilirdim şu ahir ömrümde ne Gregor Samsa'yı, ne tırmanan gençliğin farkına vardım ne de anne olduğumu. Yaşam öyle bir tokat ki, ummadığınız anda ya sizi öldürüyor ya da ayağa kaldırıyor.

Hiç aklımda yokken yazı yazma isteği canlandı. Bunun nedeni kendimi insanlara anlatmak ya da kıyısından köşesinden “ünlü” olmaya adım atmak değildi, bir telefon mesajıydı.
Gregor Samsa sorulmuştu bana ve bir rastlantı sonucu onun Kafka’nın roman kahramanı olduğunu biliyordum. Rastlantı dediğime bakmayın, sonuçta çocukken okuduğum ve aklıma kazınan bir hamamböceğiydi Gregor Samsa.
Ama telefonda bana onun örümcek olduğu söyleniyordu.
Bildiğim kadarıyla hiçbir örümcek sırtüstü yatmazdı. Oysa romanda Gregor Samsa sabah kalktığında sırtüstü yatıyor ve onlarca ayaklarına dehşet içinde bakıyordu.
Bir anda kendimi ve çevremde yaşananları tarttım. Okumam gerektiğini, köşeli lafları bırakmamı ve canım kadar sevdiğim oğlum Arda’ya örnek bir anne olmam gerektiğini anladım.
Bu çok önemli değildi. Zaten her anne çocuğu için kartaldır. Ama biz, yani benim kuşağım çocuklarımızı anlayamadığımızı fark ettik. Çocuklarımız bizden bir adım öndelerdi ve biz onları anlayamamıştık.
Anlayamadığımız ise yüzümüze vurduklarında öğrendik. “Aman yavrum,” dedik, “olaylardan uzak dur, kendini sakın, kimseye fazla yanaşma, kimseye güvenme…”
Gezi Parkı bana çocuklarımızın bizden fersah fersah önde olduğunu gösterdi.
Oğlum bugün karşıma gelse ve bana, “anne ben direnişe gidiyorum,” dese, sanıyorum söyleyecek tek kelimem olmaz.
Demedi, ben de bir şey söylemedim, ama o anda aklıma düştü zaten Gregor Samsa. Bir itirazdı, bir haykırıştı ve protestoydu Kafka’nın Samsa’sı.
İkinci dünya savaşından çıkmış bir kıta Avrupa’sının yoksul çocuğuydu Gregor Samsa. Bir memurluğun ezikliğinin içinde kavrulmuştu  ileride olmasını asla düşünmediğim oğlum gibi.
Oğlum için savaşmak, onun için kavga etmek zorundaydım.
Ve başladım.
Mustafa Kemal’e hayranlığımla başladım her şeye. Onun büyüklüğünü, ileri görüşlüğünü sindire sindire. Bana kadın haklarını bağışlamış bu yüce insana borcum vardı ve ben de buna karşılık oğlumu bu ülkeye yararlı olarak yetiştirmek zorundaydım.
Önceleri iş bulmasıydı konu, para kazanmalıydı.
Ama zamanla anladım ki onur en büyük zenginlikmiş. Onu yaşaması ve yaratması gerekiyordu oğlumun. Annesiyle gurur duyması gerekiyordu.
Okumam, yazmam, yeniden okumam ve yeniden yazmam gerekiyordu.
Bu ülkenin tüm eli kalem tutanların yapması gereken buydu ve ben de bu zincirde bir halka olmak istiyordum.
Bu işe başladım ve arkasını getirmek için çok daha fazla çalışmam gerektiğini de biliyorum.
Merhaba oğlum!
Ve merhaba beni okuyanlar!
 
Ebru  Beşen

Önceki ve Sonraki Yazılar